BORNOVA (1991)

KARAR VERİNCE İŞİN YARISI TAMAM!

 

yatirim333

Petkim’de 1970’li yıllarda, her 5 yılda bir, “Kıdeme Teşvik” adında bir ikramiye veriliyordu. Maaşlarımızdan pek birikim kalmıyordu ama, bu toplu paralarla birşeyler yapabiliyorduk. Nitekim biz de, yatırım amaçlı 2 tane arsa almıştık; biri Bodrum Güvercinlik’te, diğeri Kaş’ta. İlerde bunları ya karlı olarak satacaktık, ta da belki üzerine yazlık yaptıracaktık. Gerçekte bunlar Ayşen’in fikirleriydi; bana kalsa gezer tozar bir güzel yerdik!

1991 yılında Petkim Lojmanlarında çok iyi görüştüğümüz bir komşumuzun yakın akrabasının, Güvercinlik’deki arsamızın bulunduğu kooperatifte uygun fiyata yazlık yapma işini yüklendiğini öğrendik. İlan edilen maliyetler oldukça hesaplıydı, ama bizim hiç birikimimiz yoktu. Peşinat istemeselerdi, aylık nispeten yüksek ödemelerle bu yatırımı başarabilirdik. Böylece güzel bir denizi olan arsamızda, bir de yazlığımız olacaktı.

Bu hayalimizi gerçekleştirmek üzere, kendi teklifimizi sunmak üzere, kooperatif merkezinin bulunduğu Ankara’ya gitmem gerekiyordu. Müteahhitle görüşmemiz olumlu geçti ve ödeyebileceğimizi hesapladığım aylık ödemeleri belirledik.

Ankara’dan keyifle dönerken, yolda bambaşka şeyler düşünmeye başladım. Aslında bizim bir yazlığa değil, İzmir’de oturabileceğimiz bir eve ihtiyacımız vardı. Zira, Cem’den sonra Can da Bornova Anadolu Lisesi kazanmıştı ve Aliağa’dan otobüsle okula gitmeleri çok yorucu oluyordu. Üstelik Ayşen de İzmir’de çalıştığından, İzmir’de bir evimiz olsa çok rahat edecektik.

Aliağa’ya gelip fikrimi açıkladığımda Ayşen çok beğendi, ama ev alacak paramız olmadığını söyledi. Ben, para önemli değil, önemli olan karar vermek dediğimde de çok güldü. Ben ısrarlı olarak yazlık projemizi İzmir’de ev almaya çevirelim dedikçe, Ayşen paramız yok diyordu; ben para önemli değil önemli olan karar vermek dediğimde ise katılıyorudu!

Sonunda Ayşen’e ciddi olarak dedim ki: Önemli olan doğru karar vermektir. Karar işin yarısıdır. Kararımızı İzmir’de ev alma şeklinde veririsek, parayı bir şekilde buluruz. Ayşen baktı ki çok ciddiyim: Peki kabul, hadi bul bakalım parayı!

Ayşen’e dedim ki: Şu anda karar ürettiğimiz için, İzmir’de ev alma projemizin %50’sini gerçekleştirmiş bulunuyoruz; bundan sonra işin kalan yarısına geçiyorum! Ayşen gülmekten yerlere düşecekti!

yatirim444

Burada kafamdaki fikri yazayım, düşüncem ayni yazlık projemiz gibi, peşinat vermeden evin tamamını aylık olarak ödememi kabul edecek bir müteahhit bulmaktı. Bu amaçla İzmir’de araştırmalarıma başlamışken, bir akrabamız bankalardan ev kredisi alabileceğimi söyledi. O sıralarda Pamukbank ev kredisi reklamları yapıyordu, Aliağa Şubesine gittim ve aylık eşit ödemeli olarak 25 Milyon TL krediyi 3 yılda ödeyebileceğimi hesapladım. O zamanki yüksek faizli ortamda, kredi geriödemelerimizin tutarı 63 Milyon TL oluyordu ama, biz de hiç peşinatsız ev sahibi olacaktık.

Bu defa Bornova’da, öncekinin tersine olarak peşinatsız değil, tamamı peşin fiyatına ev aramaya başladım. Bu durum elimi çok kuvvetlendi ve o kadar çok ev buldum ki, bu defa ev beğenmekte zorlanmaya başlamıştım! Hatta bazı komisyoncular eğer beğenirsem kendi oturduğu evi bile boşaltabileceklerini söylüyorlardı.

Birkaç hafta sonra Bornova Özkanlar Mahallesi’nde yeni bitmiş Beyaz Yunus Sitesi’ndeki bir dairede karar kıldık. Onlarca kooperatifi gezdikten sonra, daire planı ve site özellikleri dolayısı ile tercih ettiğimiz Bornova’daki bu evimizde öğrenim süresinde kalıyor ve okullar kapanınca Aliğa’daki Petkim lojmanımıza dönüyorduk. Çocuklar Boğaziçi Üniversitesi’ne gidince, daireyi boşalttık ve yıllarca kira geliri elde ettik.

Burada önemli olanın doğru karar vermek olduğunu vurgulamaya çalıştım. Ve doğru yatırım kararı almak da o kadar kolay değil. Yatırım olsun diye yatırım yapılmamalıdır. Mutlu sonla biten bu anımın ana fikri başlıkta yazıyor: Doğru Karar Verince Geriye İşin Yarısı Kalıyor! 

(1 Mayıs 2014)

HERKESİN BİR ŞANSA DAHA HAKKI VARDIR!

 

Sene 1991, Aliağa’daki Petkim Lojmanlarında ikamet ediyoruz. Cem Petkim İlkokulu’nu bitirdikten sonra, Anadolu Liseleri sınavında Bornova Anadolu Lisesine kaydolma hakkı kazandı. Can da iki sene sonra ayni başarıyı gösterince, artık bizim hazırlıkla beraber orta ve lise toplam 7 yıllık bir süre için Bornova’ya yerleşmemiz zorunlu oldu. Bu amaçla imkanlarımızı zorlayıp Özkanlar semtinden mütevazi bir daire satın aldık. Bunun da ayrı bir hikayesi var, yakında onu da yazacağım inşallah.

site90Tekrar bu hikayeye devam edeyim; planımız okullar açıkken Bornova’da olacağız, karneleri alınca Petkim’deki evimize döneceğiz. Zira hem bizim hem çocukların bütün arkadaşlarımız Petkim’de, ayrıca Petkim tesislerini çok seviyoruz, Çayağzı plajına da bayılıyoruz!

Sonbahar aylarından muhtemelen Eylül olmalı, bir bayram tatilinden yararlanarak taşınma operasyonumuza düğmeyi bastık. Bornova’da satınaldığımız eve taşınacağız ama Petkim Lojmanları’ndaki evimizin düzeni de tamamen bozmuyoruz. Buradan taşınacak eşyaları belirleyip paketledik ve bir kamyona yüklettik. Kamyonun ardından, kırılabilir diye belirlediğimiz eşyaları da bizim otomobile yükleyip, Cem’le birlikte yola koyulduk.

BYSitesi11

Bornova’daki evimizin bulunduğu  Beyaz Yunus Sitesi önüne geldiğimizde akşam olmak üzereydi. Kamyonla gelen taşımacılar sadece eşyaları indirecekti. Eşyaların eve taşınmasını ben ayarlayacaktım ve hesabıma göre çevreden birilerini kolayca bulabilecektim. Ama yanılmışım!

Kamyonun boşaltılması devam ederken şöyle bir etrafıma baktım, ortalıkta pek kimseler yoktu. Birkaç parça eşyayı yüklenip bizim blokun 6. Katındaki dairemize çıktım. Dönüşte asansöreden çıkarken birisi geldi ve asansörün kapısını kitleyip uzaklaştı. Anladım ki bu adam Sitenin Kapıcısı ve asansör içinde yük taşınmaması gerektiğini belirten duyurunun gereğini yaparak asansörü iptal ediyor. Açıkcası ben de kitap, kap kacak gibi bazı küçük eşyaları asansörle taşımayı planlıyordum. Zira bizim daire için 5 kat tırmanmak gerekiyor ve her kattaki merdivenler arasında oldukça uzunca bir koridor var. Yani bırak çıkarken taşımakta zorlanmayı, inerken bile epey yol katediliyor.

Kapıcının yaptığı gerçekten kabalık. Bir hoşgeldiniz bile demediği gibi, hiç bir şekilde yardımcı olmaya niyetli gözükmüyor. Oysa blokların önleri bizim eşyalardan dolayı gelip geçisi zorlaştırıyorken, biran önce ortalığın temizlenmesi gerekiyordu. Asansör de iptal edildiği için bizim blokdaki evlerine gelen insanlar söylenerek merdivenlere yöneliyorlar. Pek çoğu da bu duruma biz sebep olduk diye düşünerek bize kötü kötü bakıyorlar. Bırak yardımcı olmayı, bir hoşgeldiniz diyen yok! Hani nerede bizim ulusal konukseverliğimiz, diye düşünmekten kendimi alamıyorum..

Beyaz Yunus Sitesi, çevresi duvarla çevrili çimen çiçek bir adada, her biri 6 katlı 3 tane blokdan oluşuyor. O zamanlar o bölgedeki uygulama nedeniyle bahçesinde çimen yeşermeden sitelere oturma ruhsatı verilmiyordu. Zaten burada daire alma nedenlerimden biri de buydu. Güzelim Bornova bağları beton yığınlarla kaplanmıştı, bu bölgedeki siteler hiç olmazsa yeşil bahçeler içinde kuruluyordu.

Bizimle ilgilenmeyen kapıcı, biraz uzakta bahçede bir şeyler yapıyor. Ben yanına gidip evsahibi olduğumu da belirterek eşyaların taşınması için adam bulmam hususunda yardımını istedim. Adam birden kabaca yüzüme bağırdı:

–     Ben taşıyamam, belim ağrıyor.

–     Sizden eşya taşımanızı değil, taşıyıcı eleman bulmak için yardımcı olmanızı istiyorum.

–     Dedim ya, ben taşıyamam.

–     Siz beni duymuyor musunuz, sizin taşımanızı değil, bana eşyalarımı taşıyacak adam bulmanızı istiyorum.

–     Bu saatte nerden bulayım?

–     Mutlaka buraları benden daha iyi biliyorsunuzdur, bana birkaç tane eleman bulun lütfen.

Tabi ki canım sıkıldı. Adamın kabalığı ve yardımcı olmak istememesi çok üzücü. Üstelik ben daire sahibiyim ve patronu pozisyonundayım. Belli ki buna rağmen beni iplemiyor, hatta belki de onsuz hiç bir şey yapamıyacağımı düşünerek yalvartmak istiyor. Son olarak kendisine bekliyorum diyerek yanından uzaklaştım.

Geri döndüğümde kamyon gitmiş ve bizim eşyalar her tarafa yayılmış. Cem de çaresizlik içinde beni bekliyor. Hava da kararmaya başlamıştı, malum mevsim sonbahar. Bir karar anındaydım. Cem’e Kapıcı ile olan diyaloğumu anlattım ve bulacağı adamları beklemeyelim, biz ufaktan başlayalım, boş durmaktansa biraz spor yapmış oluruz dedim. Böylece Cem’le eşyalardan kaldırabildiklerimizi taşımaya başladık.

Epeyce sonra hava iyice karardı ve gelen giden biri yok. Taşımayı bırakıp kapıcıyı aramaya başladım. Bulduğumda bana hala eşya taşıyamayacağını söyledi. Çıldırmak işten değil! Tekrar taşıma değil, adam beklediğimi söyleyince, kimseyi bulamadığını söyledi. Neden bana adam bulamadığını söylemedin diye sitem ettiğimde de pişkin pişkin yüzüme baktı. Yani düpedüz alay ediyordu! İçimden derin bir “La havle”çekip, adamı terkettim.

mer11

Beni beklerken biraz nefeslenen Cem’e durumu anlattım ve ilave ettim:

–     Bak Cem, bu adamın yaptığını yanına bırakmayacağız. Zira bizi çaresiz zavallılar olarak görüyor. Oysa biz gücü kuvveti yerinde 2 adamız(o zaman Cem 14 yaşında). Hadi gel bunu kanıtlayalım ve bütün eşyaları ikimiz taşıyalım. Neticede sen de basket antrenmanı yaptığını kabul edebilirsin.

Cem kabul etti ve başladık eşyaları taşımaya. Başlangıçta çok hızlı çalışıyorduk ama zamanla hızımız azaldı, ter içinde kalmıştık. Evden boş inişler bile uzun gelmeye başladı. Doğrusu bizim için güzel bir bayram tatili oluyordu, istemediğimiz kadar spor yapıyorduk!

Ağır olmayan parçaları molasız daireye kadar taşıyabiliyorduk, ağırlarda ise her katta mola vermek zorunda kalıyorduk. Cem de artık iyice yorulmuştu, ama bir defa şikayet ettiğini hatırlamıyorum!

Gece yarısına doğru en ağır 2 parça olan bulaşık makinası ve çamaşır makinası dışında bütün eşyaları taşımıştık. Bulaşık makinası daha hafif gibi geldi, bunu taşırsak diğerini bodrumda biryerlere bırakırız diye düşünüyordum ki, yukarılardan bir bayanın sesini duyduk:

–     Onları siz taşıyamazsınız. Bakın ananız babanız onca parayla almış o makineleri, düşürür kırarsanız yazık olur.

Belli ki bizi karanlıkta iki kardeş sanmıştı. Biz başka çaremiz yok deyince, taşıyacak adam bulabileceğimiz yakınlarda bir kahvehane tarif etti. Hakikaten de, orada bulduğumuz 2 adam makineleri hemen taşıdılar, hem de hiç zorlanmadan. Üstelik daha çelimsiz görüneni sırtladı, diğeri arkadan destek oldu.

mer13

Adamlara onar lira verip gönderdikten sonra, nihayet evimize girip kapımızı kapattık. Çok, ama çok yorulmuştuk, ancak gururluyduk, başarmıştık. Biz eşyaları taşırken birinin başaramayacağımıza emin bir şekilde bizi uzaktan seyrettiğine kalıbımı basabilirdim. Ne ki yenilmemiştik. İşte bu his her türlü yorgunluğa değer. Bedensel yorgunluklar dinlenince geçer, önemli olan duygusal tatmindir.

Bu anımın birinci kısmı burada bitiyor. Şimdi yazacağım ikinci kısmı bu yazının başlığındaki ifadeyi hikaye ediyor.

Bornova Beyaz Yunus sitesindeki ilk günlerimizin hep yerleşme telaşı ile geçtiğini anımsıyorum. Zaman içinde eksiklerimizi tamamlayıp Bornova’daki düzenimizi kurduk.  Çocuklar da bir servise yazılmışlar, kolayca okullarına ulaşıyorlardı. Ben Petkim servisleriyle ve Ayşen de toplu ulaşımla işlerimize gidiyorduk.

Bir gün posta kutumuzda apartman maliklerinin toplantı yapacağına dair bir davet notu buldum. Nihayet o toplantıda bizim apartmandaki bütün daire sahipleri ile tanışmış olacaktım. Bu olağan bir malikler toplantısı mıydı, yoksa olağanüstü bir toplantı mıydı, şimdi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım söz alan tüm daire sahiplarinin kapıcıdan şikayet etmeleriydi. Şikayetler o derece fazlaydı ki her konuşmacı lafını kapıcıyı atalım diye bitiriyordu.

mer19Malikler toplantısında katılanların şikayetleri bittikten sonra yönetici oylamaya geçti. Bana sıra gelinceye kadar herkes atalım demişti. Söz sırası bana gelince şöyle bir konuşma yaptım:

–     Daha yeni taşındığım halde benim de kapıcıyla ilgili hoş olmayan anılarım var. Şimdi bunları anlatmak istemiyorum, zira sizlerin anlattıkları bu adamın acele kovulmasına yeter de artar bile. Velakin diyorum ki, herşeye rağmen, herkese bir şans daha verilmesinden yanayım. Bu son uyarımızı yazılı olarak yapalım ve düzelme olmazsa o zaman gönül rahatlığı içinde gereğini yaparız.

Sözlerimi bitirdiğimde atalım atalım diyenler etkilendi ve kapıcının son bir defa daha uyarılmasına karar verildi.

Hatıra burada bitiyor. Kıssadan hisse yazının içinde verildi. Sonra ne oldu diye soracak olursanız, onu da yazayım. Kapıcı bir süre çalıştı, sonra ne olduysa ortadan kayboldu. Yerine karısı çalıştı. Çok becerikli enerjik bir bayan olarak hatırlıyorum, uzun süre görev yapmıştı. Apartmanda kapıcı şikayetleri de sona ermişti.

(7 Mart 2014)

TV’yi Evden Birlikte(Mi?) Attık!

Her bakımdan keyifle yaşadığımız Petkim ortamından sonra Bornova’ya yerleşince, şehirdeki yeni düzenimiz de hoşumuza gitmişti. Hem yeni insanlarla tanıştık, hem de İzmir’deki az görüştüğümüz dost ve akrabalarımızla daha sık beraber olabildik. Şehir hayatının Aliağa’dan ulaşamakta zorlandığımız sosyal ve kültürel merkezlerine daha kolay gidebiliyorduk. Ayni şekilde haftasonu doğa sporları etkinliklerine katılmamız da nispeten rahatlamıştı.

Haftaiçi sabahları sırayla önce ben Petkim servisiyle Aliağa’ya, sonra çocuklar bir okul servisiyle Bornova Anadolu Lisesi’ne, ve Ayşen de toplu taşımayla Alsancak’daki SSK Sağlık İşleri Müdürlüğü’ne gidiyorduk. Akşamları da önce çocuklar, sonra Ayşen ve en son ben Aliağa’dan dönüyoruz. Birçok haftasonu ve her kısa-uzun tatilde Petkim Lojmanlarındaki evimize koşuyoruz!

tv11Bornova’da günler böyle geçerken bir şey dikkatimi çekmeye başladı. Çocuklar okuldan eve gelince kapıdan itibaren çanta, ayakkabı, ceket, kravat ata ata televizyonun karşısına geçiyorlar. Sonra Ayşen gelince mutfak telaşı içindeyken çocuklar gene televizyon başında ve ben geldikten sonra birlikte yemek yiyoruz, gene TV hazretleri başköşede. Yemekten sonra günün yorgunluğu ile oturduğumuz yerden kalkamıyoruz, ve bir televizyon programına takılıyoruz. Derken gece yarısına doğru çocuklar odalarına giderken hepimizin üzerinde bir uyku mahmurluğu oluyor. Ne çocuklar yeterince ders çalışabiliyorlar, ne birlikte doğru dürüst bir sohbet edebiliyoruz. Tamamen TV’nin esiri olmuşuz; bak bak otur, otur otur miskinleş misali!

Bu gözlemimden sonra televizyon belasından(!) nasıl kurtuluruz diye düşünmeye başladım. Sanıyorum Stainbeck’in bir hikayesi idi; baba sakız çiğneyen küçük oğlunu gözlerken bir süre sonra aslında sakızın çocuğu esir aldığını farkediyor ve çocuğu sakızdan kurtarmak için savaşıyordu. Bizim örnekte de, bizi esir alan TV’den kurtulmak için, savaşmamız gerekiyordu. Ancak başlangıçta bunu nasıl yapacağımı bilemiyordum.

En baştan başlarsak, televizyonu temelli kapatmayalım desek; hadi bir haberlere bakalım, bir hava durumu, bir açık oturum derken gene dünya kadar zaman geçecek. Çocukları odalarına gönderip Ayşen’le televizyon karşısına yerleşmek de, bizim yapacağımız bir şey değil. Televizyon hep kapalı dursa, buzdolabındaki çikolata paketi misali, herkesin iştahını cezbedecektir. Velhasılı zor bir durumdayız.

Geriye televizyonu evden temelli kaldırmak kalıyordu ki, bu operasyonunu da tek başıma uygulamak yapıma tersti; çocuklara kötü örnek olmak istemiyordum. Bu nedenle ne yapabileceğimize birlikte karar vermenin daha uygar bir yaklaşım olacağını hissediyordum.

Sonunda bu konuyu aile içinde tartışıp ortak bir karar alma yoluna gitmeye karar verdim. Bunu için uygun bir zaman kollamaya başladım. En iyisinin evden uzaktayken, örneğin bir tatil yerindeyken, bu konuyu tartışmanın yararlı bir sonuç vereceğini düşündüm. Yaz sonuna doğru Side SSK Tesislerinde bir kamp dönemi satınalmıştık, orada konuyu açar ve tartışıp kararımızı verebileceğimizi hesapladım.

Side’deki deniz tatilimizin sonlarına doğru bir gün, aileye konuyu açtım. Televizyon bağımlılığı sadece çocukların ders çalışmalarına değil, bizim de iş dönüşü başka bir program yapmamıza engel oluyor diye başladım. TV’yi kaldırma operasyonunun herkesin işine yarıyacağını uzun uzun anlattım. Teklifim ilginç bulundu ama, hararetle desteklendi diyemem. Hatırladığım kadarıyla öyle uzun boylu bir tartışma da olmadı ve dönüşte evdeki televizyonu kaldırmaya karar verdik.

Tatil dönüşü bavulları taşıyıp kapıdan eve girdiğimizde, bodrum kattaki kömürlüğümüze indirmek üzere televizyonu sırtladım. Ayşen bu gayretkeşliğimi abartılı bulduysa da dinlemedim ve TV’yi kutusuna yerleştirip aşağıya indirdim. Zira tatilde bir süredir televizyonsuz yaşamaya başlamıştık, hazır alışmışken büyü bozulmadan devam etmeliydik.

Bir süre sonra okullar açıldı ve Bornova’daki televizyonsuz günlerimiz başladı. Artık okuldan gelince çocuklar odalarına çekiliyorlar, ister ders çalışıyorlar isterlerse hobilerine koyuluyorlar. Ayşen sofraya çağırdığında birlikte sohbet ediyoruz. Evde gazete kitap okunuyor, her odadan müzik sesi geliyor. Özellikle Can, gitarını hiç elinden bırakmıyor!

Bir akşam yeni tanıştığımız bir apartman komşumuz aile ziyaretimize geldiler. Küçük kızları da beraberlerinde salonda oturuyoruz; ufaklık odaları dolanıyor. Bizim oğlanları arıyordur diye düşünerek, kapıları tıklayıp abilerle görüşebileceğini ifade ettim. Annesi hemen açıkladı:

– Televizyonunuz salonda olmadığına göre, herhalde başka odada olmalı; onu arıyor.

Televizyonumuzu kömürlüğe kapattığımızı söyledim ve sebebini de biraz anlattığım halde Ayşen dedi ki:

– Akşamları işten yorgun argın gelince televizyonda biraz gezinmek iyi oluyordu, ama Şinasi TV’yi kaldırdı!

Başımdan aşağı sıcak sular boca edilmiş gibi oldu. Bu kararı birlikte aldığımızı açıklamaya çalıştım ama, Devrim otomobilinin benzinin bitmesi gibi, kimse mazeretimi doğru dürüst dinlemedi.

Misafirler gittikten sonra bodrum kata inip televizyonu sırtladığım gibi eve getirdim. Kutusundan çıkarırken Ayşen ve çocuklar şaşkınlık içinde açıklama bekliyorlardı:

– Ben despot biri miyim ki siz televizyon seyretmeyin diye TV’yi kaldırmış olayım. Bunu birlikte kararlaştırmadık mı? Madem böyle düşünüyorsunuz, buyrun işte televizyon, ne istiyorsanız izleyin!

Ayşen fazla alınganlık ettiğimi ifade ederken, çocuklar da televizyonu tekrar aşağıya indirmemi söylediler. Onlara televizyonu tekrar aşağıya indireceğimi söyledim ve eğer bir daha böyle bir ima hissedersem, televizyon konusuna hiç karışmayacağımı bildirdim.

Bu olaydan sonra bir daha böyle bir anlaşmazlık yaşamadık ve televizyonsuz bir evde yaşamanın kıymetini bildik. Bazen birlikte sinemaya tiyatroya bile gidiyorduk. Televizyonun esaretinden kurtulmuş ve hayata dönmüştük adeta!

Karneleri alıp tatil için Petkim Lojmanlarındaki evimize döndüğümüzde oradaki televizyonu açmayı unuturduk çoğu kez. Zira televizyon, salondaki büyük kitaplığımızın içindeki kapaklı dolapta dururdu. Takip ettiğimiz bir televizyon programı da olmadığından, bazen birkaç gün sonra hatırlayıp düğmesine basardık.

Böylece öğrenim aylarında Bornova’daki evimizde televizyonsuz yıllar geçirdik. Çocuklar Bornova Anadolu Lisesi’nde hep başarılı oldular. Orta ve Lise yıllardan sonra üniversite sınavlarında Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandılar. Can da İstanbul’a gittikten sonra Bornova’daki evimizi boşalttık ve tekrar Aliağa’ya, Petkim Lojmanlarındaki evimize döndük.

Bu noktada bir açıklama yapmak gerekirse, Bornova’daki TV’yi kaldırma fikrinin sahibi olarak, televizyon düşmanı birisi olmadığımı yazmak istiyorum. Her şey gibi televizyon da doğru kullanılırsa çok yararlı ve eğlenceli bir cihaz. Ancak 25 yıl önce hem kanal sayısı çok azdı, hem de yayın kalitesi ve içerikler yetersizdi. Ayrıca o zamanlar alternatifler pek azdı. Şimdilerde bilgisayar ve internetin muhteşem yükselişi yanında televizyon esamesi okunmuyor bile.

Bu hikayeyi bitirirken, yukarıda yazdığım anılarımdaki o günler için, bugün bir ekleme yapmak zorundayım. Yıllar sonra küçük oğlum Can evlenip çoluk cocuğa karıştıktan sonra ziyaretlerine gittiğimizde bu konuyu hatırlayıp tekrar konuştuk. Can “TV’yi kaldırma kararımızı ortak almadık, bal gibi sen bize dayattın” dedi. “Biz çocuklar nasıl karşı durabilirdik ki senin teklifine?” diye de ekledi. Ayşen de, sükut ikrardan gelir hesabıyla, bu itiraza sesini çıkarmadı. Doğrusu epeyce bozuldum. Demek ki gönülsüz kabul etmişler; ama öyle olsun, artık aldırmıyorum. Bence sonuç güzel oldu, eğer çocukların içinde özlem kaldıysa, şimdi istedikleri kadar tadını çıkarsınlar. Yılarca önce yaşadıklarımızı ben yazdığım gibi anımsıyorum. Ama onların hafızalarındaki yansımaya da diyecek bir şey bulamıyorum. Bu nedenle bu yazının başlığı onlara göre “TV’yi Ailecek Kaldırmadık” olmalıydı herhalde!

(8 Mayıs 2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir