DEDEGÜL DAĞI ZİRVE ETKİNLİĞİ (15-18 Ekim 1998)

15 Ekim 1998 gecesi saat 23:00 civarı İDADİK’in kadrolu(!) kaptanı Ahmet Bey’in midibüsü ile İzmir’den yola çıktık. Etkinliğe katılan arkadaşlarımızın isimlerini yazmak istiyorum. Bazılarının soyadlarını hatırlayamadığım için beni bağışlamanızı diliyorum. Rehber Cemal Ergun Eruç, Muharrem Kaya, Mustafa Özer, Doğan Koyusoy, Yavuz Kemal Arguz, Deniz Çalık, Serap Derinsu, Birsen, Günay, Asiye, Bülten ve Ertuğrul  Tugay, ve en genç üyemiz Yiğit. Ayşen ile birlikte toplam 15 kişiyiz.Dedegül Dağı

Gece yolda epeyce lafladık. En arkada Cemal, Muharrem ve Doğan’a bol miktarda Japonya, daha doğrusu Tokyo anılarımı anlattım. 5 günlük Tokyo görev seyahatimden 5 saatlik malzeme çıkardım! Sonra uyumaya çalıştık; çalıştık diyorum zira bu tür taşıtlarla uzun yolculuklarda uyumak kolay değil. Ama gel gör ki serde gençlik var! Dağcıyız ya, her koşulda şikayetçi olmak istemiyoruz.

Gece Denizli civarında bir çorbacıda mola verdik. Sabaha karşı Eğirdir’deyiz. Serince fakat tertemiz bir hava. Ortalık henüz ışıyor, tek tük insanlar. Bir çorbacıda toplaştık. Cemal Bey burada epeyce görev yaptığı için çevredeki esnaftan bir çok tanıdığı var, nitekim lokanta sahibi ile uzun süre sohbet ettiler. Taze ekmekle mercimek çorbaları içtik ve üstüne de çaylar. Fırından kamp için ekmek alıp tekrar yola koyulduk, zira daha birkaç saatlik yolumuz var.

Eğirdir gölünün bu sabahki rengini beğenmedi Ayşen. Daha önce gördüğümüzde sanki daha farklı idi rengi. Herhalde mevsim itibariyle ve günün ilk saatleri olması nedeniyle böyle olmalı. Gölün güneyinden dolanıp Aksu mevkiine doğru gidiyoruz. Buralarda dağlar çıplak. Yol asfalt ve sadece birkaç araç seyrediyor. Buna rağmen bir köprü çıkışında bir minibüsle bir midibüs kafa kafa dokunmuşlar; trafik tıkandı! Hasar az ama şoförler anlaşamadıklarından jandarma bekleniyor. Epeyce zaman kaybettik orada. Hatta Muharrem kızlarla koşu bile yaptılar. Biz de Ayşen’le çevrede çiçek topladık!

Yol açılınca köprü çıkışındaki üç yoldan soldakine saparak devam ettik. Epeyce süre orman içinde devam ederek sonunda kamp yerine ulaştık. Buraya Melikler Mezarlığı deniliyormuş. Kamp yeri oldukça geniş bir düzlük, çevre ormanlık ve karşımızda Dedegül Dağı yükseliyor. Ancak su yakın değil, yaklaşık yarım saat yürünüyor.

Perşembe gecesi yola çıkmıştık; bugün Cuma, öğle. Çadırın dışında hazır bir şeylerden yedik. Hava açık ve güneşli, hatta sıcak bile diyebilirim. Hemen dağın birkaç fotoğraf çektim. Zira  yarın belki hava bulutlu, yağmurlu olabilir. Çadırın içinden Dedegül zirveleri gözüküyor. Yarın sabah oralarda olacağız diye şimdiden heyecan duyuyorum.

Dedegül DağıHerkes yemeğini yedikten sonra yürüyerek Pınargöze denilen bir bölgeye geldik. Burası bir piknik alanı gibi düzenlenmiş. Bir derecik kayaların arasından akıyor. Dere üzerindeki küçük bir ahşap köprüde Ayşen’in fotoğrafını çektim. Derenin suyu ilerdeki tepenin dibinden çıkıyor. Burada bir mağara var ama girişi kapalı. Cemal Bey bu mağaranın çok uzun olduğunu ve içeride göller olduğunu söyledi; uzunluğu için de, yanlış hatırlamıyorsam galiba 10-12 km dedi. Etrafta bol miktarda kuşburnu var. Epeyce topladık ve yedik. Mayhoşumsu buruk bir tadı vardı. Çevrede biraz oyalandıktan sonra kampa döndük.

Hava hala sıcak ama belli ki güneş batınca iyice soğuyacak. Bunun üzerine ateş yakma kararı alındı. Yavuz ve Deniz  odun toplayıp büyük bir ateş yaktılar. Bu ara biz de Ayşen’le güneş batmadan yemek işini hallettik. Çorba ve bol sucuklu, bol biberli bulgur pilavı; doğrusu enfesti. Bilirsiniz, dağda her yiyecek daha lezzetli gelir zaten.

Ateş başında uzun sohbetler yapıldı. Güneş batınca hava iyice soğuduğu için doğrusu bu ateş  başı muhabbeti çok iyi geldi. Derken yıldızlar çıktı ama Muharrem’in baklava-tatlı muhabbetinden yıldızlara geçemedik! Sabah 6 gibi yola çıkacağımız için 5’de kalkmak gerekecek. Cemal Bey düdükle kampı uyandıracağını söyledi. Bu nedenle fazla gecikmeden çantalarımızı hazırlayıp yattık.

Dedegül DağıGece çok esti ve ormandaki rüzgar sesi oldukça ürkütücüydü. Ayrıca çevrede silah sesi duymuştuk, epeyce huzursuz oldum. Bu şekilde uyuduk, uyandık sabahı ettik.

Düdük sesiyle kalkınca çayı hazırlayıp Ayşen’i de kaldırdım. Hazırlıkları bitirip dışarı çıktığımda heryerin sisle kaplı olduğunu gördüm. Dağın üst kısımları ise hiç gözükmüyordu. Cemal Bey hareket saatini 7’ye aldığını bildirdi.

Hareket saatinde duruma  tekrar bakıldı. Sis dağılmıyor. Bu durumda Rehberimiz “Çıkabildiğimiz kadar çıkarız” diyor ve yürüyüşü başlatıyor. Önde Muharrem’le ikili oldular ve herkesi ikili ekipler yaptı. Her ikilinin birbirine dikkat etmesini istedi. Önce kamp yerinin alt kısmına doğru yürüdük ve buradan yükselmeye başladık. Bir ağıl geçişinde çoban köpeği epeyce havladı. Sonunda sahibi köpeği susturdu ve biz de devam ettik. Önce hafif sola ve  sonra yukarıya doğru yükseldik.

Buralarda yol güzel, patika belirgin. Hafif hafif yükseliyoruz. Sis zaman zaman bastırıyor ve sonra dağılıyor. Yükseldikçe fotoğraf çekiyorum. İyice yukarılara çıktık ama sis dağılmıyor. Rüzgar alan yerler açılıyor ama tepeler kapalı. 1950 metre civarında bir tek çam ağacı olan yere kadar geliyoruz. Onu da geçip biraz daha yükseliyoruz. Rüzgar iyice şiddetleniyor ama tepeler kapalı.

Sonunda Cemal Bey daha fazla yükselmeme kararı veriyor. Zira yukarılar sis altında ve hava kapalı, karanlık. Kısa bir mola kararı uyguluyor ve kampa dönüşe geçiyoruz. Geldiğimiz yoldan değil, dümdüz aşağı iniyoruz. Dolayısı ile iniş daha  kısa sürdü ve iyice aşağılarda uzun bir mola verdik.

Molada birşeyler yedikten sonra tekrar yürüyerek kampa döndük. Geldiğimizde saate  baktım, inanılmaz, saat henüz 12. Muharrem “Biraz dinlendikten sonra koşu yapalım”  dedi. 8 kişilik bir grup olduk. En önde Muharrem ve Asiye, sonra Doğan, Birsen, Günay, Yiğit, Ayşen ve ben. Hafif bir tempo ile başladık. Pınargöze’yi geçip devam ettik. Yoldan koşuyoruz. Zemin güzel ve çevre malüm, ormanlık. Muharrem ve Asiye devamlı koşuyorlar, biz zaman zaman hızlı bir tempoda yürüyoruz.

Bir saat geçti biz hala koşuyoruz. Sohbet ve koşu devam ediyor ama daha çok hızlı yürüyüş yapmaya başladık artık. Sonunda Ayşen, Yiğit, Birsen, Günay geride kaldı. Kalan 4 kişi koşmaya devam ediyoruz ve uzaktan Beyşehir gölü gözükmeye başladı. Spor ayakkabılarıyla koşan Muharrem’e artık yeter diyorum, zira dağcılık  botlarıyla koşmak hiç kolay değil, zorlanıyorum. Muharrem hiç oralı değil “1,5 saat olsun bırakırız” diyor. İyice aşağılarda bahçe içinde bir ev görüyoruz ve oraya kadar koşuya devam etme kararı alıyoruz. Burası orman yangınlarına ilk müdahele ekiplerinin binası, şimdilerde kimseler  yok. Diğerleri gelinceye kadar bekliyoruz. Dönüş yolunda Muharrem ve Asiye gene epeyce koşuyorlar. Molalarla yürüyüşü bitirip kampa döndüğümüzde hava kararmak üzere. Doğrusu iyi bir spor oldu.

Dedegül Dağı

Kampta bizi bir sürpriz bekliyor, kalanlar aralarında konuşmuşlar kampı bozup dönmek istiyorlar. Akşam Eğirdir’de balıklı bir akşam yemeği yemek ve gece yolculuğu ile sabah  İzmir’e varmak istiyorlar. Fikir Ayşen’le bize de cazip geliyor ama Günay, Asiye ve Serap kalmak istiyorlar. Bu konuda benden destek bekliyorlar; onlara rehberin gurubun onayını alacağını sandığımı söylüyorum. Program değişikliğine tek başına  karar vermez herhalde diye ekliyorum.

Nitekim Cemal Bey konuyu tartışmak için herkesi otobüse davet etti. 3 kişi istekli değil ama otobüste sadece Günay itiraz etti ve İzmir’deki programa uyulmasını istedi. Cemal Bey herkesin fikrini aldı ve sıra bana geldiğinde karşı fikirde olanların da ikna edilmeleri gerektiğini ifade ettim. Ancak çoğunluk Günay’ı ikna edemedi. Bir bakıma  dolaylı olarak da olsa ben de karşı fikre destek vermiş gibi oldum. Aslında herkes evet deseydi asla itiraz etmezdim. Neticede vazgeçildi ama teklifi destekleyenler epeyce bozuldular. Cemal, Ertuğrul, Mustafa, hatta galiba Muharrem bile bana bozuk davranıyorlar; onları desteklemedim diye herhalde. Bunu ancak ertesi gün daha iyi anlayabildim.

Gene çok rüzgarlı ve uğultulu bir gece  geçirdik ve nihayet sabah oldu. Çadırları topluyoruz, 9’da yola çıkacağız. Dedegül zirveleri açılmış ama çevre gene de bulutlu. Birkaç fotoğraf çekiyorum, yola koyuluyoruz. Cemal, Mustafa, Deniz, Ertuğrul keyifsiz duruyorlar. Cemal Bey “Grubumuzun birliği bozulmuştur” diyor. Bir kişinin itirazının dikkate alınmasının azınlığın tahahkkümü olduğunu ima eden sözler söylüyorlar. Onlara “Grubumuzda demokrasi tam teşekkül etmiş ve karar birlikte alınmıştır” anlamında cümleler söylüyorum. “Ama böyle demokrasi olur mu? Çoğunluk azınlığın altında mı kalacak?” gibilerden sızlanışlara şunları söylemeye çalıştım:”Efendim, tabi ki çoğunluğun dediği olacak ama çoğunluk da azınlığı ikna edecek, tatmin edecek. Şimdi bu çok zor diyorsunuz ama kimse demokrasi kolay demedi ki! Kararları çoğunluk alır ama farklının, azınlığının durumuna dikkat ederek hukuğa uygun olarak alır.”

Eğirdir’de balıklı bir yemek yiyeceğiz ama önce Kovada gölüne gitme kararı alıyoruz. Kovada gölü ve çevresi çok güzel görünüyor. Binlerce ördek yüzüyor gölde. Daha sonra Eğirdir’e dönüp Yeşilada Big Apple lokantasında balık yiyoruz. Balıklar da güzeldi, mezeler de. Hele 2 şişe Efes birası içince  keyfim yerine geldi. Diğerleri çoğunlukla rakı içtiler. Böylece herkesin keyfi yerine geldi ve dönüş yolculuğu da daha neşeli geçti.  Salihli’de Birsen’i bıraktıktan sonra İzmir’e yöneldik.

Aşağıda bu etkinlikte çektiğim fotoğraflardan seçtiklerimi izleyebilirsiniz. İyi seyirler.

Not: Aşağıdaki fotoğrafları, herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir