ATATÜRK ve MÖSYÖ SÖBEL (14 Kasım 2019)

UNIDO uzmanı Fransız Mösyö Söbel’in isminin okunuşu böyleydi. 1970’li yıllarda Petkim proje müdürlüğümüzdeki bazı araştırmalar için talebimiz üzerine ülkemize gelen uzmanlardan biriydi. Mösyö Söbel ile çok önemli olmayan birkaç anımı hatırlıyorum. Bunlar içinde beni dolaylı olarak oldukça uzun süre etkileyen bir tanesini yazmak istiyorum.

Mösyö Söbel bir gün bana “Atatürk’ü neden çok seviyorsunuz” diye sormuştu. O gün muhtemelen, Atatürk’ün Ülkemizi düşman istilasından kurtaran bir Komutan ve Cumhuriyetimizin kurucusu bir Lider olduğunu söylemişimdir. Aynı zamanda Türk Devrimleri’nin mimari olduğunu da ifade etmişimdir diye düşünüyorum. Ancak o gün verdiğim cevaplardan tatmin olmadığımı hatırlıyorum. Bizim için bu kadar önemli bir insanı yeterince güzel anlatamadığımı hissetmiştim.

Geçen zaman içinde aklıma geldikçe zaman zaman bunu düşünmüşümdür. Kafamdaki, Atatürk ile ilgili bilgileri çok güzel olarak kaleme alınmış hissettiren aşağıdaki yazıdaki anafikri söyleyebilmiş olmayı isterdim diye düşündüm, son 10 Kasım ile ilgili yazıları okurken. Bu yazıyı odamdaki tahtama astım. Birisi Atatürk ile ilgili bir kitap okumak isterse, önce bu yaklaşımı özümsemeli diye eline tutuşturmayı düşünüyorum. Yoksa, cephede savaşarak ülkesini düşman istilasından kurtarma refleksi dünyadaki hemen her komutanda vardır zaten; değerli olan ülkesini çağdaş uygarlık düzeyine dönüştüren bir lider olmaktır.

“ATATÜRK VE AYDINLANMA

Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 81. yılında, 81 ilde gerçekleşen tören ve etkinliklerle anıldı.

Bir yandan Atatürk’ün aydınlanma devrimlerini ortadan kaldırmaya çalışan, bir yandan da Atatürk’ün adını havaalanlarından, stadyumlardan, caddelerden, ders kitaplarından silerek onun adını unutturmaya çalışan karşı devrimci AKP iktidarına rağmen, halkı Atatürk’ü unutmadı.

Ancak Atatürk’ü, şabloncu, şekilci, yüzeysel anlayışlarla, heykelle, rozetle, baloyla, valsle, şapka ile, cepheki kahramanlık öyküleriyle, yapay törenlerle anlamaya çalışmak da, karşı devrimci harekete hizmet etmektedir. Atatürk’ü anlamak için, onun ilkelerini ve düşünce yapısını anlamak gerekir. Bunun için de öncelikle, ortaçağı ve ortaçağdan çıkışı temsil eden Rönesans ve Aydınlanma dönemlerini anlamak gerekir.

Ortaçağ, siyaset, devlet, hukuk, eğitim, bilim, felsefe, sanat alanlarının dine endekslendiği, dinlerin bu alanları hegemonya altına aldığı, din fetişizminin yaşandığı ve laiklik ilkesinin geçerli olmadığı, teokratik bir yapılanmanın egemen olduğu bir dönemdir. Rönesans ve Aydınlanma olarak bilinen dönemler ise siyaset, devlet, hukuk, eğitim, bilim, felsefe, sanat alanlarının dinin baskıcı etkisinden çıkarak özgürleştiği, bu alanlarda ilerici devrimlerin gerçekleştiği dönemlerdir. Hobbes, Bacon, Locke, Descartes, Leibniz, Spinoza, Hume, Kant, Rousseau, Montesquieu gibi filozoflar, Kopernik, Galilei, Kepler, Newton gibi bilim insanları; Leonardo da Vinci, Rafaello, Boticelli, Michelangelo gibi sanatçılar bu dönemlerde yetişmişlerdir. Monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılma sürecini başlatan 1776 Amerikan devrimi ve 1789 Fransız devrimi, felsefede, bilimde ve sanatta da ortaya çıkan bu alt yapının siyasal sonuçlarıdır. Bu devrimlerle birlikte, kralın, kilisenin ve toprak ağasının değil, halkın egemen olması amacıyla, monarşinin yerine yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; feodalizmin yerine herkese mülkiyet hakkı; teokrasinin yerine laiklik ilkesi getirilmiştir.

Laiklik, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim alanlarının dinden arındırılması, ve bu koşullarda devletin dini inanç ve ibadet özgürlüğünü güvence altına almasıdır. Laiklik dini ortadan kaldırmaz, dinin yetki alanına bir sınırlama getirir. Laiklik bu anlamda bir uzlaşma modelidir. Laikliğin olmadığı yerde demokrasi olmaz, teokrasi olur. Güçler ayrılığı; düşünce, ifade, basın, yayın, örgütlenme özgürlüğü; çok partili serbest seçimler; ekonomik ve sosyal adalet; temel nitelikli eğitim seviyesi gibi unsurlarla birlikte, laiklik de, demokrasi, yani halkın egemenliğini olanaklı kılan ön koşullardan birisidir.

Osmanlı İmparatorluğu, tarih ve takvim olarak ortaçağ sonrasına denk gelse de, fiilen ortaçağıdaki Bizans İmparatorluğu’nun yapısını koruduğu için, Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde Avrupa’da yaşanan gelişmelerin dışında kalmıştı. Atatürk bunun farkındaydı ve padişahın, halifenin, şeyhülislamın, ulemanın, medresenin, tarikatın, aşiretin ve toprak ağasının değil, halkın egemen olması için, aydınlanma devrimlerini 20. yüzyılda Anadolu’da devreye soktu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulması; saltanatın ve halifeliğin kaldırılması; medreselerin kapatılması ve Öğrenim Birliği Yasası ile bilimsel ve laik eğitim sistemine geçilmesi; medeni yasa ile hukuk sisteminin din kurallarından arındırılması; kadınların boşanma ve miras konularında erkeklerle eşit haklara kavuşması, eğitim ve çalışma yaşamına katılması, seçme ve seçilme hakkını kazanması; “devletin dini İslamdır” ifadesinin anayasadan çıkması ve laiklik ilkesinin anayasa maddesi haline gelmesi; üniversite reformunun gerçekleşmesi ve sosyal bilimler, doğa bilimleri, matematik, felsefe, sanat, dil alanlarında yükseköğretimin ve eğitimin gerçekleştirilmesi; toprak reformu; cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk, devrimcilik ilkelerinin siyasette egemen olması, Atatürk’ün öncülük ettiği devrimlerin başında gelir.

Türkiye’de aydınlanmanın öncüsü olması gereken eğitim kurumlarında, üniversitelerde ve medyada Atatürk bu bağlamda kavranmadığı sürece, karşı devrim sürecini bertaraf etmek olanaklı değildir.

Örsan K. Öymen – Olaylar ve Düşünceler – Cumhuriyet 11 Kasım 2019″

(14.11.2019)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir