YÜRÜME ÜZERİNE BİR KİTAP: YÜRÜMENİN FELSEFESİ

Bugünlerde yürüme üzerine bir kitap okuyorum: Yürümenin Felsefesi – Frederic Gros. Otuz küsür yıllık bir doğa sporları meraklısı olarak yürümek üzerine bu kadar çok ve ilginç düşünceler üretilebileceğine ihtimal vermezdim. Yazar her bölümde farklı taraflardan konuya giriyor ve bazan da akla gelmeyecek bir şekilde bölümü bitiriyor. Buna örnek olması bakımından kitaptan size bir bölüm aktarmak istiyorum. “Dışarısı” başlıklı bu bölümde Yazar. yürürken içinde bulunduğumuz mekandan dışarıya çıkarak başka bir mekana geçtiğimizi anlatıyor. Ancak bir kaç gün sonra dışarının yaşadığı mekan haline dönüştüğünü anlatıyor. Tabi burada söz edilen bir çok gün sabahtan akşama kadar süren yürüyüşler sonrasında hissettikleri. Buyurun okuyun:

DIŞARISI

Yürümek dışarıda, “açık hava” dediğimiz yerde olmaktır. Yürümek şehirli insanın mantığını, hatta en yaygın şartlanmışlıklarını bile tersyüz eder.

Dışarı çıktığınızda bir “içeriden” diğerine geçersiniz hep: Daireden büroya, evden en yakındaki mağazaya. Başka yerlerde, başka şeyler yapmak için dışarı çıkarsınız. Dışarısı bir geçiştir: ayıran şeydir; burayla ora arasındaki bir engeldir adeta. Ancak kendine ait bir değeri yoktur; evle metro durağı arasındaki mesafedir. Telaşlı bir beden ve özel hayata dair ayrıntılarla yarı meşgul bir zihinle birlikte -ki bu zihin bir yandan da işin zorunlulukları ile meşguldür- eller, koşturan bacaklardaki cepleri karıştırıp hiçbir şey unutulmadığından emin olmaya çalışırken katedilen mesafedir hep. Dışarısı güçlükle var olur; ayrıca bir koridor, bir tünel, devasa bir hava kilidi gibidir.

Bazen de sadece “hava almak” için dışarı çıkarsınız; kendinizi nesnelerin ve duvarların hareketsizliğinin ağırlığından kurtarmak için. Çünkü içeride fazlasıyla bunalırsınız, güneş yukarıda parlarken “soluklanmak” istersiniz; bu ışıktan mahrum kalmak haksızlık gibi gelir size. Elbette bir yerlere gitmek için değil, sadece dışarıda olmak, bahar esintisinin ferah serinliğini ya da kış güneşinin narin ılıklığını hissetmek için dolaşmaya çıkarsınız. Bir fasıla, idareli bir mola… Çocuklar da sırf dışarı çıkmış olmak için dışarı çıkarlar. O yaşlarda “dışarı çıkmak” oynamak, koşmak, gülmek demektir; sonraları ise arkadaşlarla buluşmak, ebeveynlerden uzakta olmak, başka bir şeyler yapmak. Ama çoğunlukla dışarısı yine iki kapalı alan arasında kalır: Bir ara istasyon, bir geçiş; zamanla sınırlı bir mekan.

Dışarısı…

Günlere yayılan yürüyüşlerde, büyük gezintilerde her şeyi tersine döner. “Dışarısı” artık bir geçiş değil, süreklilik unsurudur. Tersine dönen şudur: Bir pansiyondan diğerine, bir sığınaktan ötekine gidersiniz; habire değişen ve çeşitlenen şey “içerisi”dir artık. Aynı yatakta iki kere uyuyamazsınız, her akşam başka bir ev sahibi misafir eder sizi. Her dekor, her ortam yeni bir sürprizdir; çeşit çeşit duvarlar, taşlar.

Durursunuz: Gece çökmüş, beden yorulmuştur, dinlenmemiz gerekir. Bu içeriler her defasında kilometre taşlarıdır, dışarıda daha uzun süre kalmayı sağlayan araçlardır, geçişlerdir.

Bahsedilmeye değer bir başka konu da sabah atılan o ilk adımların yarattığı tuhaf etkidir. Haritaya bakmış, yola karar vermiş, vedalaşmış, çantalarınızı toplamış, izleyeceğiniz patikayı işaretlemiş, gideceğiniz yolu gözden geçirmişsinizdır. Sanki tereddütle, yola çıkmayı ertelemek için bu işlere verirsiniz kendinizi: Durur, yönü kontrol eder, bulunduğunuz noktada dönersiniz. Sonra yol önünüzde açılıverir. Yola atılır, ritmi tutturursunuz. Başınızı kaldırınca yolda olduğunuzu görürsünüz, sırf yürümek, dışarıda kalmak için düşmüşsünüzdür yola. Olan biten budur, her şey bundan ibarettir, oradasınızdır. Dışarısı bizim bir diğer parçamızdır: Bir araya geldiğimizde hayatta olduğumuzun tam ayırdına varırz. Bir pansiyondan diğerine gitmek için ayrılırsınız, ama üzerinize yapışan süreklilik hissi, etrafınızı kuşatan manzaralar ve hep orada duran tepe sıralarından ileri gelir. Ve onların arasında sanki kendi evimdeymiş gibi dolaşan benim; yürüyerek meskenimi ölçüyorum. Katedip ardımızda bıraktığınız mecburi yollar sizin için tek gecelik yataklar, tek seferlik yemekhanelerdir ve buraların sakinleri de birer hayalettir; kalıcı meskeniniz sadece manzaradır.

İşte “dışarısı” ile “içerisi” arasındaki o büyük ayrım yürüyüşle altüst olur. Dağları, ovaları aşıp pansiyonda konakladığımızı söylememeliyiz, zira bunun neredeyse tam tersi olmaktadır: Günler boyunca ikamet ettiğim yer bu tabiattır, onu yavaş yavaş ele geçirir, mekanım kılarım.

Dünyanın tam ortasında, istirahat duvarlarını ardımızda bıraktığınız ve yüzünüzün rüzgârla buluştuğu anda, sabahların o tuhaf etkisi de ortaya çıkabilir artık: Sabahtan akşama kadar evim burası işte, yürüyerek ikamet edeceğim yer.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir