AYŞEN (1980)

KIZIMIZIN İSMİ ZEYNEP OLACAKTI!

Ayşen hamile kaldığından itibaren bebeğin kız olmasını istiyordum. Ayşen’in belirgin bir tercihini hatırlamıyorum ama, ben ismini bile hazırlamıştım: Zeynep. Ayşen de beğenmişti bu ismi ve heyecanla beklemeyi sürdürdük. Zira o yıllarda bebeğin cinsiyeti doğmadan tesbit edilemiyordu.

Doğuma girecek olan yakın arkadaşımız Çocuk Doktoru Uğur Karagöl, bir de oğlan ismi kararlaştırmamızın iyi olacağını söyledi, zira Ayşen’in gebeliğindeki gelişimden böyle bir çıkarım yapıyormuş. Hakikaten de, 4 Nisan 1977 akşamüstü Cem doğdu.

1979 yılında Ayşen ikinci hamileliğine girdiğinde bizim kız ismimiz hazırdı zaten. Gene heyecanla günlerin geçmesini bekledik ve 1980 yılının ilk günü bir oğlumuz daha oldu: Can. Bunun üzerine Ayşen’e dedim ki:

-Bir oğlumuz daha olursa adını Zeynep koyacağım!

Hamileliği iyi, fakat doğumları zorlu geçen Ayşen’in cevabını hep hatırlarız:

-Bir daha çocuk falan doğurmam, sen 3. Çocuğunu ancak 2. karından beklersin artık!

O zamanlar neden kız evladım olmasını çok istemiştim şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama, geçen zaman içinde bunun çok gereksiz bir istek olduğunu anlıyorum. Zira şimdi oğullarımızın eşleri bizim kızlarımız oldular. Masha ve Kamer bunu harkulade anladılar ve bizleri her zaman kendi oğullarımız kadar saydılar, sevdiler. Bu konuda ne kadar şanslı olduğumuzu kelimelerle anlatmam mümkün değildir.

(8 Nisan 2016 Tiburon)

 

ÇOCUKLARI NASIL BÜYÜTTÜK?

2003 yılı Temmuz ayında emeklilik kararı alarak 31 yıl hizmet verdiğim Petkim’den ayrıldım. Ayşen de benden 2 ay önce emeklilik hayatına başlamıştı. Menemen Villakent’teki evimizin inşaatı henüz bitmediği için Ankara’ya yerleşmiştik ama, yaz aylarında İzmir’de, Foça Çanak Sitesi’ndeki küçük dairemizde yaz aylarını geçiriyorduk.

Bu dönemlerde arada Petkim’e uğrayıp arkadaşlarımı ziyaret ediyordum. Böyle  bir ziyaret sırasıda, bir zamanlar çalıştığım müdürlükteki 2 bayan arkadaşıma uğramıştım. Onlar da çocuk eğitimi üzerine konuşuyorlarmış. Daha doğrusu birisi bir gün önce yaramazlığına dayanamadığı için çocuğuna bir tokat atmak zorunda kaldığı için  üzüntüsünü anlatıyormuş. Ben de odaya tam bu sırada girmişim. Birkaç hal hatır sorma cümlelerinden sonra hemen sordular:

–          Şinasi Bey, siz 2 çocuk büyüttünüz; 2 erkek çocuk. Çocuklarınızı hiç dövdünüz mü?

Böyle bir soruya muhatap olduğum için bozulmuştum; adeta azarlarcasına yanıt verdiğimi hatırlıyorum. Aslında kötü bir niyetleri yoktu ve gerçekten de yanıtımı merak ediyorlardı. Onlara böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını söyledim ivedilikle; değil bir insana, bir hayvana bile vurmak son derece uygarlık dışı bir davranış olur diye de ekledim. Ayrıca çocuklarına şiddet uygulamaya yasal olarak hiçbir ebeveynin hakkının olmadığını anlattım. Son olarak da şöyle bir cümle ile sözlerimi bitirdim:

–          Ancak 2 oğlanı büyütürken bazen çaresiz kaldığım zamanlarda çok yüksek sesle azarlamış olabilirim.

Eve döndüğümde hemen Ayşen’e bu konuşmayı aktardım.  Ayşen, benim çocukları şiddetle hiç azarlamadığımı, hatta onlara çok kızdığımda bile, yüksek sesle bağırmadığımı söyledi. Doğrusu buna oldukça şaşırdığımı itiraf ediyorum. Önce hemen itiraz ettim:

–          Nasıl olur Ayşen? O kadar yıl, bir sürü olay; bebeklik, çocukluk, gençlik yılları, böyle bir şey mümkün olabilir mi? Hiç mi yüksek sesle azarlamadım ben Cem’le Can’ı?

Ayşen kesin konuşuyor ve benim çocuklara yüksek sesle bağırmadığımı tekrarlıyor. Bunun üzerine sorumu yineliyorum:

–          Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Sence bunu nasıl başarmış olabilirim?

Şöyle açıkladı Ayşen:

–          Senin çocuklarla çok iyi bir diyaloğun vardı. Onlarla arkadaşlık yapar, birlikte oynar ve bütün sorularına usanmadan cevap verirdin. Bir keresinde 17 saat  otomobil kullandıktan sonra bile hala sonu gelmeyen bütün sorularına yanıt verebiliyordun. Diğer  taraftan çocuklara bir şey söyledin mi mutlaka dediğini yapardın. Senin kararlı olduğuna emin oldukları için ne dersen sözünü tutarlardı. Bu nedenle onlara bağırman gerekmiyordu. Oysa beni sürekli bağırtıyorlardı, zira onlara karşı daha zayıf olduğumu biliyorlardı.

Doğrusunu isterseniz bu duruma hem çok şaşırdım hem de çok memnun oldum.

Şimdi evli iş güç sahibi bu 2 genç adamı büyüttüğümüz o yıllar ne kadar da uzakta kaldı. Uzakta ama güzel anılarla hatırlanacak yıllardı onlar.

(3 Temmuz 2009)

ÇOCUKLARIMIN DÜĞÜNLERINE KATILDIM!

Çocuklarımızı büyüttüğümüz yıllarda kendi yaşımızdaki arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerin bazılarında laf dönüp dolaşıp çocuklarımızın büyüyüp evlenmek istediklerinde nasıl davranacağımız konusuna gelirdi. Daha doğrusu arkadaşlar bizim ve özelde de benim çocuk büyütmekteki onlara göre farklı, belki de çok farklı, yaklaşımlarım karşısında, adeta bir açık yakalamışcasına, şöyle bir yorum yaparlardı:

–         Ee Şinasi Bey, bütün bunları anladık diyelim; çocuklarınızı dilediğiniz gibi büyüttünüz diyelim. Peki evlenmek istediklerinde “Kız İstemeye Gitmeyecek Misiniz?”.

Bu soruyu yanıtlamak benim için hiç zor olmamıştır. Bir çok defa karşılaştığım bu soru karşısında daha ilk seferinde bile hiç düşünmeden, sanki böyle bir soru sorulduğunda ne cevap vereceğimi daha önce uzun süre düşünmüş de hazırlanmış gibi, hemen yanıtımı vermişimdir:

–         Bakın açıkça ifade ediyorum, düğünlerine davet ederlerse mutlaka katılırım.

Bence düşüncelerimi tamamen açıklayan bu yanıt bazen yeterli gelmezdi ve soruyu soranlara biraz daha açıklama yapmam gerekebiliyordu. Bu da şu cümlelere benzer ifadelerle oluyordu:

–         Bu söylediğiniz, kız istemek, bana göre çok ayıp bir şey! Benim asla yapamayacağım, hatta böyle bir ortamda bulunabileceğimi düşünemediğim bir durum. Yani çocuğunuza maddi bir eşya alır gibi, yani satın alır gibi, ya da köle, hizmetçi ister gibi bir duygu yaratır bende. “Allah Korusun”!  Böyle bir duruma mecbur kalmak hiç istemem, yani bunun olmaması için kanımın son damlasına kadar mücadele ederim herhalde! Ve de diyelim ki, bunu yazarken bile tüylerim diken diken oluyor, çocuklarımdan böyle bir talep geldi, ki böyle bir şey olmayacağına yüzde yüz eminim, gidin kendiniz isteyin ne istiyorsanız diye başımdan kovardım herhalde onları. Ama ben inanıyordum ki onlar hayatta kendi ayakları üzerinde kalmayı başaracaklar ve günü gelip de aşık oldukları kızlarla evlenmek istediklerinde, onu da kendi istedikleri şekilde yaşayacaklardır. Bunun sonucunda bir düğün gibi bir kutlama daveti alırsam onlardan mutlaka gereğini yerine getireceğim.

“Allaha Şükür“ bu açıklamamı yaptığım bazı dostların dediği “Ee görecez bakalım!” ifadelerini boşa çıkardı çocuklarım. Zaten bundan en ufak bir şüphem yoktu. Hatta bu tartışmaları unutmuştum bile. Nereden biliyorum unuttuğumu, çünkü Ayşen hatırlattı: Küçük oğlumuz Can’dan beş yıl sonra evlenen büyük oğlumuz Cem’in düğün töreninden ayrıldıktan bir kaç gün sonraydı, bir sohbetimizde konu çocukların evliliklerine gelmişti, Ayşen lafı şöyle bitirdi:

–         Ee Şinasi Bey, aynen dediğin gibi yaptın, oğullarının düğünlerine katıldın!

Birden o tartışmaları hatırladım ve gülümsedim. Evet, çocuklarımın düğünlarine katılmıştım. Onlar kendi ayakları üzerinde durdular, başarılı oldular, eşlerini seçtiler aşık oldular ve evlendiler. Eşleriyle yaşıyorlar ve başarılı olmaya devam ediyorlar. Tıpkı bizim düşündüğümüz, düşlediğimiz gibi. Biz de onları gururla izliyoruz. Ne mutlu bize…

(15 Mayıs 2010)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *