ARİF SEZGİN’İ 5 Kasım 2022’DE KAYBETTİK


Ankara Üniversitesi Kimya Mühendisliği 1972 mezunları sınıfımızın iki sevilen simasını 2022 de kaybettik: Ufuk Özgen ve Arif Sezgin. 1967 yılında 65 kişilik kontenjanı ile kaydolan Fen Fakültesi Kimya Bölümü sınıfımız, küçük olmasına karşılık, ülkemizin farklı kesimlerinden gelen büyük karakter farklılıkları olan arkadaşlardan oluşuyordu. Doğallıkla üniversite sürecinde pek çok gruplaşmalar oluyordu. Buna karşılık bazı birkaç arkadaşımız bütün bu gruplarla kaynaşabiliyordu. İşte onlardan birisi olan Arif Sezgin tüm sevimliliği ile herkesle çok iyi diyaloglar kuruyordu. Ancak özel grupları da vardı. Örneğin briç grubu, pinpon grubu gibi; tabi ki benim bilmediğim başkaları. İyi beceremiyorum diye beni briç ve masa tenisi grubuna katmamıştı. Ancak benimle birlikte Hasip Yeniova ve Akif Şenelt ile  gezi grubumuz vardı. İmkanlarımız elverdiği zaman, küçük büyük tatillerde sahil kentlerine koşuyorduk. Kimi zaman pansiyon veya otellerde konaklıyorduk, kimi zaman da çadırlı kamp yapıyorduk. Dört kişilik bu çekirdek kadroya zaman zaman birkaç arkadaş daha katılıyordu. Bu programları kararlaştırma yeri “Piknik” idi. İçimizden birisi “mesaiden sonra toplanıyoruz” diye bir haber uçurduğunda, doğru Piknik’e koşardık. Gezi veya kamp konusunun detaylarına girmeden önce bira ve patates tava siparişini verirdik ve sonra bira siparişlerinin arkası kesilmezdi!

1972 yılında mezun olduğumuzda, iş ve çalışma hayatımıza başlamadan, birkaç arkadaşımızla birlikte güzel bir etkinlik yapalım diye başlamıştık ve Arif’le ‘Akdeniz Bisiklet Turu’nu yaptık. Bu konuyu ayrı bir blog yazısı olarak yıllar önce paylaşmıştım gene de bu yazımın ve fotoğrafların arkasından bir daha paylaşıyorum.

Mezuniyet albümüzde sayfanın başındaki fotoğraf ile birlikte söyle bir yazı hazırlamışlar Arif için:

“Arif deyince akla ilkin Ping-pong, daha sonra da Albayın kahvesi gelir. Briçi iyi bilmesine, hatta kendisini Ömer Şerif’le kıyaslamasına rağmen, bilardodan vize alamamıştır.
Kazak olduğunu söyler; Bu yüzdendir ki bilhassa balıkçı kazaklara çok düşkündür. Sigara paketini daima çantasında taşıyan Arif Ping-pong oynamadığı zamanlar, gezmesini ve bilhassa Akif’e sataşmasını çok sever.
Kredilerinin önemli bir kısmını İsrafil’den alacağı söyleniyorsa da, son zamanlarda artık okulu bitirmeye niyetli olduğu anlaşılmıştır.
Kendisine ilerideki işlerinde, Ping – pong’da kazandığı şampiyonluklar gibi başarılar dileriz.”

Arif’le birlikte olduğumuz fotoğrafları buldum ve aşağıdaki albümde veriyorum. O zamanlar fotoğraf makinem yoktu. Bunlar arkadaşların çekip bize verdikleri kopyalar. Ben ancak İlk fotoğraf makinemi oğlumuzun doğmasına yakın(1977) alabilmiştim.

Not: Aşağıdaki fotoğrafları herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.

——————————————————————————–

Arif’le Son Görüşmemiz’in yazısını veriyorum:

ANKARA ÜNİVERSİTESİ FEN FAKÜLTESİ BAHÇESİNDE (21 Ekim 2021)

2021 Ekim ayında Ankara’ya geldiğimizde Arif Sezgin’i aradım ve 21 Ekim Perşembe Saat 14’de, Ziraat ürünlerinin de satıldığı, bir kafede buluşma ayarladık.

Randevü saatinden önce fakülte bahçesinde nostaljik bir tur attım ve sonra Arif Sezgin, Cem Tabuman ve Haluk Yılmaz ile kafenin bahçesinda buluştuk. Sohbet muhabbet ve yemekler de yendikten sonra grupla vedalaşırken bu görüşmenin Arif’le son defa olacağını hissetmiştim. Bunun için son fotoğrafta elveda karesi var!

————————————————————————————-

MERSİN’DEN MARMARİS’E BİSİKLETLE AKDENİZ TURU YAPTIK(MI?)

1972 yılı Haziran dönemi sınavları bittiğinde, birçoğumuz A.Ü.Fen Fakültesi’nden “Kimya Mühendisi” ünvanı ile mezun olup 5 yıl süren üniversite öğrenciliğine veda edeceğimizi düşünerek,  birlikte son defa ortaklaşa birşey yapalım diye fakülte bahçesindeki nilüfer çiçekli japon balıklı havuz başında toplandık. Güzel bir anı olabilecek bir aktivite için kafa yorduk. Bazı ‘delikanlı’ öneriler yapıldı, pek beğenilmedi. Örneğin ben, ‘Batı Karadeniz gibi ülkemizin bir yöresini yürüyerek gezelim’ dediğimi hatırlıyorum. Sonunda Arif’in “Bisikletle Mersin’den Marmaris’e Akdeniz Turu” önerisi kabul edildi. Bisiklet kısmına katılmayanlar Ankara’dan direkt Marmaris’e gidip kamp kuracaklar ve bisikletle gelecekleri bekleyecekler.

auff-havuz.jpgEtkinliğin bisiklet kısmı bana ilginç geldi ama malesef bisikletim yoktu. Sonradan aklıma babamın dayısı “Ali Dayı”nın oğlu Metin Yavaş’ın bisikletini istemek geldi. Metin’den olumlu yanıt alınca bisiklet grubuna katılmaya talip oldum. Ancak benden başka kimse bisiklet olayına sıcak bakmadığı için, sadece Arif’le ikimiz Mersin’den   Marmaris’e kadar pedal basmaya karar verdik.

Ankara’dan doğruca Marmaris’e gidip deniz kenarında tatil kampı yapacak arkadaşlarından hatırladıklarım Hasip, Akif, Ercengiz, Zeynel, Mustafa ve Hadi. Diğerlerini hatırlayamıyorum ve inşallah yukarıdaki isimlerde fazlalık yoktur!

Kamp grubu kendi aralarında programlarını geliştirirken biz de Arif’le hazırlıklara başladık. Önce bisikletlerimizin ağırlığı az olsun diye, frenler dahil her türlü aksesuarlarını sökdük. Neticede bisikletlerimiz iki teker, bir sele ve pedaldan ibaret kaldılar. Frenleme için ayakkabımızı lastiklere bastırarak durabileceğimizi hesaplıyorduk. Ancak etkinlikte bu fren hesaplarımızın iyi tutmadığı deneyler yaşadık, bunları ileride detayı ile anlatacağım.

Metin’in bisikleti daha ağır gözüküyordu. Arif şövalye ruhuyla nispeten daha hafif olan kendi bisikletini bana verdi. Bu, hatırladığım kadarıyla, Peauget marka güzel bir bisikletti. Tabi herşeylerini sökünce güzelliklerinden pek eser kalmıyordu ama, biz o zamanlar görüntüye hiç takılmıyor, sadece programladığımız etkinliği gerçekleştirmeye bakıyorduk.

mersin-300x200.jpgArif’le hazırlıklarımızı tamamlayıp muhtemelen 1972 yılının Temmuz başlarında Bisikletle Akdeniz Turu maceramıza başlamak üzere Mersin’e giden bir şehirlerarası otobüste yerlerimizi aldık. Şehirlerarası otobüs terminali o tarihlerde Ankara Garı bitişiğindeydi. Oraya bisikletle nasıl ulaştığımı şu anda hiç hatırlamıyorum. Ancak otobüs muavininin bizim bisikletleri otobüs bagajına almak için hiç istekli olmadığını ve Arif’in o meşhur direnciyle bu mücadeleyi kazandığını hatırlıyorum. Öyle veya böyle, belki ilave para verdik, sonuçta bisikletleri yükledik. Bizi uğurlamaya gelen Akif ve Hasip’le Marmaris’te buluşmak üzere vedalaştık ve sonra Mersin otobüs yolculuğumuz başladı.

Ertesi sabah Mersin Terminali’ne geldiğimizde, otobüste rahatsız bir gece geçirmemize karşın, bisiklet maceramızın ilk günü olduğundan heyecan içindeydik. Bu şevkle bisikletlerimizi hazırlayıp terminalden yola koyulduk.

Bugün başarabilirsek 100 km pedal basıp, Silifke’ye varmayı planlıyoruz. İlk gün için bu kadar uzun bir yolculuk yapmamamız gerektiğini ancak ertesi gün popomdaki şiddetli ağrılar nedeniyle çok iyi anladım. Ama ne çare ki olan olmuş, ok yaydan çıkmıştı bir defa!

Silifke yolu inişi çıkışı olmayan düz bir yoldu. Böyle olunca nispeten hızlı yol aldık ama gene de ancak gece yarısından önce Silifke’ye  varabildik. Öğle molası verdiğimiz Erdemli’de nerede kaldığımızı hatırlamıyorum. Tek hatırladığım Erdemli plajlarının ne kadar uzun ve geniş olduğuydu.

İlk gün sonunda çok dehşetli yorulduğumu ve yorgunluktan yemek yemekte bile zorlandığımı hatırlıyorum. O yorgunlukla otel odasında leş gibi uyurum diye düşünürken, tam tersi oldu ve vücudumun her noktasındaki ağırlarlar nedeniyle sabaha kadar döndüm durdum. Ayrıca göğsümden çok sıkıntılar duydum ve hatta zaman zaman nefes almakta zorlandığımı hatırlıyorum. Bu şekilde nasıl sabahı ettim, bilemiyorum.

Ertesi sabah hiç dinlenmemiş bir halde zorlukla yataktan kalktım. Arif pek şikayet etmiyordu. Belli ki kondisyonu daha iyi olduğundan daha diri kalmıştı. Öyle veya böyle devam etmek zorundaydım, toparlanıp yola koyulduk.

Yesilovacik-665x391.jpgBugün biraz daha kısa bir yolculukla, bugünlerde ismi Yeşilovacık olan Ovacık’a kadar gideceğiz. Bu şirin sahil köyü Silifke’den sonra sadece 30 km uzaklıkta. Ancak ilk günün yorgunluğuyla olacak, gene de kolay gelmedi bana.

Akşam gün battıktan sonra ulaşabildik Ovacık’a. O zamanlar bu minik yerleşimin deniz kenarında bir tane moteli var. Kumsalın kenarındaki tek katlı tesise vardığımızda ortalıkta kimseler yoktu. Bisikletlerimizden inip binaya girdik. Herhalde otomobil sesi duymamış olacaklar ki bizi ancak içeri girince farkedebildiler. Hatırladığım kadarıyla pek müşteri  yoktu, ya da vakit geç olduğundan insanlar odalarına çekilmişlerdi. Biz de çok yorgun olduğumuzu ve birşeyler yedikten sonra hemen yatacağımızı söyledik. Eşyalarımızı almak üzere dışarı çıktığımızda otomobille gelmediğimizi anlayınca çok şaşıdıklarını hatırlıyorum.

Yemekten sonra oyalanmadan odamıza geçtik. Bu defa sabaha kadar çok derin uyuduğumuzu hatırlıyorum. Ancak sabaha karşı su sesleriyle uyandık. Zorlanarak yataktan kalkıp yere basınca, ayaklarım sulara erdi! Odayı su kaplamıştı. Acele suyun geldiği banyoya koştuk ki ne görelim: Musluğu açık bırakmışız!

Hatırladığım kadarıyla akşam sular kesilmişti, muslukları kontrol etmeden öylesine yatmıştık. Sabaha karşı sular tekrar gelmiş olmalı. Biz su içinde ne yapacağımızı düşünürken dışarından insan sesleri duyduk. Altından sular akan odamızın kapısını açıp dışarı çıkdık ki, ne görelim? Bizim odanın kapısının altından çıkan suları görevliler süpürge ile bina dışına plajın kumlarına doğru süpürüyorlardı. Çok yorgunuz diye bizi uyandırmaya kıyamadıkları için seslenmemişler, habire suları temizliyorlar! Ne yüce bir duygu, doğrusu insan inanamıyor!

Bu ara odada bizim bazı eşyalarımız da sularda yüzüyordu. Hep birlikte ortalığı toparlayıp, tekrar yol hazırlığı yaptık. Kahvaltıdan sonra bugün bir gün öncesine göre daha iyi hissettimi hatırlıyorum. Galiba nihayet 3. Gün, bünyem yavaş yavaş bisikletle yolculuk koşullarına alışmaya başladı diye düşündüm.

bisiklet-krokisi.jpgBugünkü parkurda artık düz yollar bitecek ve dağlarda tırmanışlara başlıyoruz. Çıkışlar ne kadar bizi zorlasa da, neticede oflaya puflaya tepelere varabiliyoruz. Ancak her tırmanışın sonunda bir iniş var ki daha once düşünmediğimiz tehlikeler içeriyor. Çünkü o kadar zorlanarak çıktıktan sonra, artık pedal basmamanın dayanılmaz hafifliğiyle bırakıyoruz aşağılara kendimizi!

İnişlerdeki sorun keskin virajların oluşu. Nitekim bir tanesinde Arif düşmüştü ama fazla bir sorun olmamıştı. Daha sonraki inişlerden birinde bu defa ben, yol virajını alamadım ve bisikletten düştüm. Bisikletimin düştüğüm yerde kaldığını, bedenimin ise yola düştükten sonra da yuvarlanmaya devam ettiğini hatırlıyorum!

Bana çok uzun gelen bir süre sonra yuvarlanmam bitince ayağa kalktım. Sağ bileğimde duyduğum hafif bir ağrıdan başka bir şey yoktu başlangıçta. Önce karşılıklı gülüştük Arif’le; onun düşmesinden ders almadım diye. Fakat bir süre sonra bileğim ağrımaya başladı. Bu durumda oyalanmadan tekrar yola çıkmamız gerekiyordu. Hemen bisikletlere atladık ve olabildiğince hızlı bundan sonraki ilk yerleşim yeri olan Aydıncık’a doğru pedal bastık. Zaman geçtikçe bileğimdeki ağrı arttı ve bisikleti kullanmakta zorlandıysam da sonunda Aydıncık’a vardık.

Aydıncık küçük bir yerleşim; hemen yol kenarındaki bir hana vardık. Han ahşap bir bina, müşteriler uzun bir koridordaki yataklarda uyuyorlar. Biz de bir köşeye yerleştik, ancak benim uyumam mümkün değil. Muhtemelen bir ağrı kesici almışımdır ama hiç para etmiyor, kıvranıyorum. Geceyi bir geçirebilsem, sabaha bir minübüsle Antalya’ya gideceğiz. Ama gece bitmeyecek gibi geliyor bana; acıdan duvarlara tırmanacağım. Çok çaresizim ve herhalde biraz da inliyorum.

Handa kalan 2 turist inlememi duymuş olmalılar, benimle ilgilendiler. Yanlış hatırlamıyorsam İsrail’li idiler, aralarında uzun uzun konuştular. Sonra biri otomobillerinden bir çanta getirdi. Bir kitaptan bir sürü bölümler okudular, aralarında tartıştılar ve sonunda benim koluma bilekten itibaren bir bandaj yapmaya karar verdiler. Çok sıkı saran bandaj beni biraz sakinleştirdi. Belki de verdikleri ağrı kesici daha kuvvetliydi, öylece sabahı ettim.

Sabah minübüse yerleştik, bisikletleri de tavana bağladık. Bisikletle Akdeniz Turu olarak planladığımızı yapamımış ve bisiklet maceramızı burada noktalanmış oluyorduk. Hem buna üzüldüğümden hem de kolumun ağrısından olacak keyfim kaçmıştı; öylece Antalaya’ya kadar devam ettik.

Antalya devlet hastanesinde ortopedi kliniğinde rontgen çektirmek için benim gibi kolu başı sargılı insanlarla sıra beklediğimi hatırlıyorum. İçlerinden birinin durumu oldukça kötü gözüküyordu; hemen hemen her yeri sargılar içindeydi. Benimse boynumdan bir bezle askıya alınmış kolumda sargı vardı. Gene de benim kolumu çok merak ettiği her halinden belli oluyordu, sonunda dayanamadı sordu: N’oldu koluna hemşerim?

Röntgen sonunda anlaşıldı ki kolumda kırık yokmuş, ancak kol kemiğimde uzun bir çatlak olduğu belirlendi. Doktorlar yapılan sargının yeterli olduğunu söylediler ve alçıya gerek duymadılar. Neticede kolumun kendiliğinden iyileşmesini beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu.

Marmaris-300x176.jpgAntalya’da neler yaptık, ne kadar kaldık hiç hatırlamıyorum; herhalde fazla kalmadık. Marmaris’deki arkadaşlarla buluşmak üzere tekrar bir minibus yolculuğu yaparak kamp yerlerine ulaştık.

Arkadaşlarımızın kurduğu öğrenci kampından aklımda pek bir şey kalmamış. Tahmin ediyorum ki pek güzel değildi koşullar. Ama gençtik ve  hiç bir şey keyfimizi kaçırmıyordu. Hatta sandal kiralayıp denize açıldığımızı, yüzme bilmedikleri için Akif ve Hasip’in denize girmediklerini hatırlıyorum. Arif hemen denize atladı. Ben de birkaç naylon torba ile kolumu içiçe sarıp, arkasından suya girdim; tek kolla da olsa yüzdüm. Ne kadar güzel gelmişti Marmaris’in tertemiz serin suları, işte bunu hiç unutmuyorum.

Bir süre yüzdükten sonra bir de baktım Akif’le Hasip kayığı kıyıya kaçırıyorlar! Böyle sululuklarına alışıktım ama bu biraz fazla abes kaçıyordu. Arif yüzüp onları yakaladı; ben tek kolla zorlanmıştım, yetişemedim. Arif kayığa çıkınca beni beklediler.

Başka anılar gelmiyor aklıma şimdi. Neler yaptık, neler yedik, nasıl yattık hatırlamıyorum. Sonunda bir haber geldi, Dayım İlhan Şenel acele Ankara’ya gelmemi istiyormuş. Sebebi tahmin edebiliyordum, Petkim’de çalışmak istediğimi söylemiştim, görüşmeye gidecekmişiz. Ben gruptan ayrılıp Ankara’ya döndüm, onlar daha ne kadar kaldılar bilmiyorum.

İşte Arif’le Akdeniz Bisiklet Turu maceramız böyle cereyan etti. Gördüğünüz gibi 42 sene sonra 64 yaşımdayken yazdığım bu anımda bir sürü hatırlamıyorum kelimeleri kullanmak zorunda kaldım. Ama diyorum ki gene de iyi ki yazdım, yoksa bunları da hatırlayamayacaktım belki de!

(28 Şubat 2014)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *