İDADİK Bafa Kampı (23-24 Mart 1996)

NOT: Bu yazı, Blog Sayfamda yazmaya başlamadan önceki yıllarda, her doğa sporları etkinliğimden sonra kendim için hazırladığım notlardır. Bu notlarımı tükenmez kalemle, yani herhangi bir düzeltme yapmadan, bir çırpıda ve ağırlıklı olarak tek bir sayfada bitiriyordum. Neticede bunlar, ileride sadece benim okuyacağım “KENDİME NOTLAR” başlığı altına toplanabilecek, adeta işlenmemiş HAM yazılardır; ancak bu haliyle dahi ismi geçenler için anıları tazeleme tadı verebilmektedir.“

23-24 Mart 1996

Bafa Kampı

Sabah 8’de Konak Pulman Oteli önünden iki minibüsle yola çıktık. Çantalar bizim Pejo’da. Soğuk ve rüzgârlı bir sabah. Hava tahminleri mevsim normallerinin altında. Kuzey ve iç bölgeler kar, güney yağmurlu geçecek deniyor. Özellikle Ayşen çok endişeleniyor soğuktan perişan olacağız diye. Hafta içi ona, -22’ye dayanıklı Voude-NavagoIII marka uyku tulumu aldık ama gene huzursuz. Kamp yerine kadar taşıtla gidilecek diye olabildiğince çok eşya ve yiyecek aldık.

Toplam 36 kişiyiz. Önder Adnan Öztaş. Söke‘den sonra Sarıkemer’e saptık. Küçük bir alışveriş molası ve toprak yoldan devam edip Yeşilköy ve Köprüalan köyünden güneye doğru kamp yapacağımız bölgeye yöneldik. Yol bozuk; son 2 km yaya giderek çeşme başına ulaştık. Yolun sağına iki ana grupta çadırları kurduk. Zemin çimen ve lalelerle kaplı. Zeytin ağaçlarının altı. 3 çadır da yola, iki çadır da sağ yukarı kuruldu.

Saat 15:00’te çeşme başında toplanıncaya kadar çay yapıp bir şeyler yedik. Kampta bir kaç kişi kaldı. Sağa yukarı doğru yürüyüş başlattık. Tepeden Bafa gözüküyor. Batı tarafı olduğu için göl pırıl pırıl parlıyor. Ben doğudaki Beşparmak dağlarını fotoğrafladım. Yükseklik 300 metre civarı. Dönüşte bölgede hayvancılık yapan Konya Akşehirli köylülerin kampının tam içinden geçtik. Üç tane büyük köpek havladı. Ayşen gene korktu. Odun toplayarak kamp yerine taşıdık. Çeşme başına yığdık. Bizim Pejo da orada park ediyor. Bu ara öbür midibüsün toprak yoldan geri döndüğünü belirteyim. Bizim şoför Ahmet, Muharrem’in tanıdığıymış, çok özverili bir kişi. Tamponu kırmak pahasına yola devam etmişti. Uyumlu, anlayışlı ve olgun bir insan.

Herkes çadırının önünde akşam yemeği için hazırlıklara girişti. Güneş tırmandığımız batıdaki tepede batmak üzere. Saat 18:00 suları. Biz de yemeğimizi yaptık. Yemek dediysem sucuklu bulgur pilavı ve sucuklu omlet. Üstüne sıcak oralet, kayısı ve son olarak pekmez içtik. Fil gibi doyduk. Hava biraz karardı ve rüzgâr epeyce üşütüyor. Ama biz iyi zırlayanmışız, üşümüyoruz.

Ortalığı toparlayıp diğerlerinin yanına yöneldik ki onlar henüz yemek pişiriyorlar. Yolda ateş yakılmış. O gruba katıldık. Fikret ve arkadaşları şiş pişiriyorlar. Başka yemekler de yapılmış. Ateş ışığında afiyetle, iştahla ve neşeyle yediler. 6-7 kişiler. Tanıdıklarım beyaz saçlı Mehmet, evli bir genç çift kocanın adı Tankut ve grubun solisti. Pek çok Fransızca şarkı söyledi. Hem de çok güzel söylüyor. Meğer İzmir Devlet Senfoni orkestrasından bir kaç kişi ile orkestraları varmış. Ve Tankut da solistleri. Pek çok şarkı biliyor. Eski nostaljik Fransız şarkıları yanında Türkçe ve İngilizce şarkılar da söyledi. Sesi iyi ve doğru söylüyor. Dört yıl piyano eğitimi aldığını gıda mühendisi öğrencisi olan eşinden öğrendik. Tankut diş hekimi ve astronomi ilgi alanı. Epeyce yıldızlardan ve uzaydan sohbet ettik. En çok ta o anlattı. Grupta siyah saçlı bekar bir hanım da epeyce güzel sesi ile eşlik etti. Diğerleri de, zaman zaman ben de parazit yaptık. Devamlı odun atıp ateşi söndürmedik. Zaman zaman çevreden odun toplandı. Özellikle Fikret tepe ışığı ile epeyce odun topladı. Bu ara Bülent, Tankut şarap ikram ettiler gruba. Ben de biraz içtim. Sohbet ve şarkılar 11’e kadar sürdü. Sonra çeşmeye yakın öbür gruba katıldık. Orada gırgır şamata ve şarkılar da epeyce fazla. Amwayci topluca bayanın ablası çok güzel birkaç şarkı söyledi. Buradaki şamata sırasında gökte kuyruklu yıldızı gördük. Kuzey taraftan çok parlak olmayan yuvarlak bir ışık hüzmesi (sanki bir el fenerinden üzerimize doğru gelen ışınlar gibi) şeklindeydi. Bülent’in İzmir Fen Ffakültesi Kimya mühendisliğinden eşi Nigar bu hafta sonu Rasathaneye gezi düzenlediğini anlattı. Kuyruklu yıldız gözetlenecekmiş. Bu kalabalık grupta ateşe yakın olamadık. Ayşen üşüdü. 11:30 civarında izin isteyip ayrıldık.

Çadırda iyice giyinip yattık. Ben epeyce uyuyamadım. Diğerlerinin seslerini dinledim. Sesler bitti. Ben hala uyuyamadım. Döndüm durdum. Üşümedim ama yerimi yadırgadım. Bir ara tulum açılmış ve mat üzerinde yatmışım ama gene de üşümedim. Sadece omuzlarım biraz sızladı. Ayşen sessizce uyudu. Gece zaman zaman rüzgâr hızlı esti ama yağmadı. Sabaha kadar döndüm durdum. Bir ara her nasılsa uyumuşum.

Sabah 6 sularında uyandım. Tek tük sesler var. Yavaşça kalkıp giyindim. Çadırdan çıkıp çeşmede yüzümü yıkadım. Su ılık geldi. Çok güzel bir su. Belki yazın soğuk hissedilebilir ama şimdi bayağı ılık. Ve çok lezzetli. Epeyce içtik. Aliağaya bir şişe getirdim. Tam bu arada biraz içtim. Hakikaten lezzetli. Çay yapıp Ayşen’ni uyandırdım. Çadırın değil tulumun bile dışına çıkmak istemiyor. Epeyce ısrarla kaldırdım. Zira çay hazır. Ayşen’in börek ve kurabiyeleri ile çay içtik. Ben daha önce geceden kalan bulgur pilavını ısıtıp hepsini kaşıkladım ve bayağı iyi doydum. Bir de 2000 tüttürdüm üstüne misler gibi oldu. Şimdi sudan bir kocaman yudum daha aldım.

Reis 9’da toplanalım demişti. Yavaş yavaş toplandık ve çadırı bozduk. Eşyaları minibüse taşıdık. Diğerleri de aynı işleri yaptılar. Yukarıdaki grup ise ancak 9:30’da hazır olabildi. 9:40’ta güneye Bafa‘ya doğru yola koyulduk. Güneşli serince bir sabah. Önce bir süre yoldan gittik. Sonra sola patikaya döndük ve döne döne denize kadar ulaştık. Bu patikalar çok güzeldi. Kayaların şekli zaman zaman Kapadokya’yı hatırlattı bana. Kayaların dipleri çimen ve her taraf lalelerle kaplı. Bir de uzunca saplı tepeleri açık pembe beyaz çanaklı çiçekler, diplerinde yeşil uzunca sapları var ki her taraftan yükseliyorlar. Fotoğrafladım. Deniz kenarı kumsal. Deniz diyorum zira Bafa eskiden deniz idi. Latmos Körfezi’nin ağzını Büyükmenderes kapayınca bu göl oluştu. Kuzey tarafında pekçok gölcükler var. Üzerinde binlerce kuş. En çok da karabatak tipinde kuşlar. Bu bölgeler gerçekten kuş cenneti. Buradaki köylülerle konuştuk. Hiç kar yağmıyormuş buralara. Gölden doğuya doğru yürüyerek Kapıkırıya gideceğiz. Minibüsler orada. Pek çok şirin koyu geçtik. Karşımızda yassı ince bir adacık. Sonra iki küçük ada. Birbirine kıyıdan geçilebiliyor. Sonradan bunların isimlerini İkizce Adalar olduğunu öğreniyoruz. Soldakine uzunca bir kumsal yoldan geçerek ulaşıyoruz. Hafif sol tarafından kale duvarları aşıp içine giriyoruz. Pek bir şey yok. Birkaç kemerli duvar ve en yukarıda bazı temel kalıntıları var. En yukarıdan öbür adalara doğru fotoğraf çektim. İkizin öbürüne ancak motorla geçilebilir. Onun suları daha çok kalmış. Ancak daha büyük bir ada.

İnip aynı yoldan geri dönüyoruz. Bu defa kıyıdan gidemedik. Önce yukarı çıktık köylülerle konuşup devam ettik yola. Yazık çay yapmışlar. Ama içmedik. Yolumuz uzun zira. Önce yukarı sonra sağa yöneldik ve öğle yemeği için mola verdik.

Saat 13. Bir şeyler atıştırıp devam edildi. Bu defa göle yöneldik ve kıyıdan giden antik yolu bulduk. Yoldan devam ettik uzaktan Kapıkırı yazlıklar gözüküyor. Yol zaman zaman kayboluyor. Birkaç yerde sulardan zor geçtik. Sonra tarla kenarlarından Kapıkırı yazlık evlerine ulaştık. Biraz daha devam edince Kapıkırına ulaştık. Yol göl kenarında evveli yıl yemek yediğimiz lokantaya ulaşıyor. Karşıda adacık var. Otel olarak kullanılan Selene pansiyonun lokantası artık kullanılmıyormuş. Yukarıya evin yanına taşımışlar lokantayı. İşleten hanımdan kart istedim. Devam edip yukarı çıktık. Pansiyon Agora‘nın lokantasında bir araya geldik. Saat 15:30. Reis 16:30’a kadar mola dedi. İsteyen Herakliayı gezebilecek. İsteyen yemek yiyecek. Yemeklerden tavuk ve balık var. Balık da kefal ve yılan balığı. Grup burayı pahalı buldu. Aşağıda pelikan restorana geçildi. Burada kimisi yemek yedi. Yani balık. Kimisi de kendi getirdiklerini. Ocağını yakıp sucuk pişirenler bile vardı. Biz de Ayşen de birer bira çektik ve kurabiye yedik.

Saat 16:30 civarında toplandık ve yola koyulduk. Dönüşte herkes pek keyifliydi. Şarkılar söylendi. Herkese sıradan söyletmek istediler. Önde şoför Ahmet’le Günay’ın kız kardeşi yanında Cem, Adnan, arkada Ertuğrul ve eşi, bir avcı. Arkada Bülent, eşi Nigar, Ömür. Arkada Ayşen’le ben ve TPAO’da operator     , en arkada Kemal ve beraberinde sarışın hanım ve Günay. Yol boyu bira içti neşeli, enerjik şamata bir adam. Söke‘de bir kot yapımcı firmasının fabrika satış mağazasında yarım saat mola verdik. Epeyce gezdik ama alacak çok iyi bir parça bulamadık. 8 civarında Konak’ta 9 civarında evdeydik.

Bu etkinlikte çektiğim fotoğraflardan ve arkadaşlarımın medyada paylaşılan fotoğraflarından seçtiklerimle hazırladığım albümü aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.  

Fotoğrafların herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir