İDADİK ÇIFIT KALESİ KAMPI (1-2 Haziran 1996)

NOT: Bu yazı, Blog Sayfamda yazmaya başlamadan önceki yıllarda, her doğa sporları etkinliğimden sonra kendim için hazırladığım notlardır. Bu notlarımı tükenmez kalemle, yani herhangi bir düzeltme yapmadan, bir çırpıda ve ağırlıklı olarak tek bir sayfada bitiriyordum. Neticede bunlar, ileride sadece benim okuyacağım “KENDİME NOTLAR” başlığı altına toplanabilecek, adeta işlenmemiş HAM yazılardır; ancak bu haliyle dahi ismi geçenler için anıları tazeleme tadı verebilmektedir.“

İdadik programında “günübirlik program” olarak gözüken bu etkinlik için, cumartesiden kamp yapılacağını duyunca Ayşen’le katılmaya karar verdik. Cumartesi günü Kaya-I sınavına girecek, çıkışta Çıfıt’a yönelecektim.

Nitekim bu amaçla en önce ben girdim sınava. Buna rağmen 2 saat sürdü sınav. Saat 12’de başladı 14:10’da bitti. Aykut ve Ercan iyice damıttılar beni. Epeyce tuzaklar hazırlamışlar kayalara. Bir kısmına yakalandım. Volkan da eğitmendi ama 12’de tüymüş. Zira o da Çıfıt’a gidecek. İp ve iniş tırmanış malzemeleri götürecekmiş ve kayadan iniş yapılacakmış diye duyduk bu etkinlik yönetmeni Mehmet Bostancı’dan.

Üst komşumuz Aynur Gürsoy’u da alarak 17 civarında İzmir’den ayrıldık. Seferihisar üzerinden Doğankent’i de geçtik. Sağda musluk işareti olan levhayı da geçtikten sonra girişinde kooperatif tabelaları olan toprak yola saptık. Bir yokuş ve inişten sonra yani yaklaşık 500 metre ileride sola, kısa bir briket duvarlı kapıdan, girdik ve denize doğru devam eden yolu izledik. Bekçi konumundaki bir köylüye 250.00 TL giriş ücreti ödedik. “Henüz dağcılar gelmedi sadece Amerikalılar var” dedi.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı 02AFE1B0-AFA4-4512-AD70-EB6F86412F3D-665x465.jpeg

Gerçekten deniz kıyısında birkaç çadır ve otomobil vardı. Yabancılar ailecek gelmişler. Kumsalda güneşleniyorlar. Denize dalma yapanlar var. Karşıda küçük bir ada. Ama oldukça görkemli. Denizden yükselen bir kayalık. 45-50 metre kadar gözüküyor yüksekliği. Sol tarafı çok dik. Sağdan ve arkadan tepeye çıkılır görünümü var. Bize bakan yüzü de dimdik. Ertesi günü bu yüzden iniş yapacağımı bilmiyorum o sırada kuşkusuz.

Güneşli, ama çok rüzgâr var. Saat 19:00 suları. Oyalanmadan çadırları kurmaya başladık. Küçük çadırı Aynur’a vereceğiz. Aynur 54 yaşında. Yani bizimle yaşıt aslında. Ancak kilolu olduğundan daha yaşlı duruyor. Nitekim arkadaşlardan Serhan isimli genç ona devamlı “Anne” dedi.

Çadırları kurup yerleştikten sonra birden Volkan’ı gördük. Meğer onlar geleli çok olmuş. Adadaki kayalığı iniş istasyonu kurmuşlar. Alp ile birlikte. İniş yapmışlar. Hatta bize de seslenmiş Volkan ancak biz hiç dikkat etmedik. Zira hem rüzgâr çok şiddetli hem de bekçi bize henüz dağcılar gelmedi dediğinden çevremize dikkat etmiyorduk. Volkan Alplerle gelmiş. Alp ve ablası ile tanıştık. Bir de Müge isminde bir genç kız var, Volkan’ın arkadaşı. Temel eğitimin ilk günü Örnekköy’de grubu beklerken tanıştığımızı hatırladık. Alp ve ablası bizlerle vedalaşıp ayrıldı. Ha bir de Lada Niva’lı bir dağcı var. İsmini bilmiyorum.

Hava kararmaya doğru yemek hazırladık. Ayşen yavan bir (et yok baharat yok) bulgur pilavı ve patates salatası hazırladı. Bütün gece söylendim durdum: Çok yavan bir menü diye. Sonra arkasından Seferihisar‘dan aldığım Diplomat-Öküzgözü şarabını açtım. Çok lezzetliydi. Volkanlar da topluca yemek yiyorlardı. Bize Raffils denilen patates kızartması ikram ettiler biz de bulgur. Volkan geldi daha sonra ona şarap verdik.

Bu gece yıldızları izleyeceğim için çok keyifliyim. Ancak birazdan ay doğmaz mı! Hem de ne ay? Dolunay. Yıldız mıldız kalmadı. Saat 22:00 sularında iki otomobil geldi. Mehmet Bostancı, Kemal, Serhan, Şebnem ve birkaç delikanlı ve genç kız. Otomobil ışığında çadırları kurdular. Ve hemen sofra yaptılar. Mangalda torik pişirdiler ve alınlarındaki mağaracı ışığı ve tabii ki ay ışığında bir güzel afiyetlendiler. Bize de birkaç parça balık düştü. Aynur’la çöplendik ucundan. Daha sonra Serhan Ayşen Aynur ve zaman zaman Mehmet çeşitli konularda tartıştık. Kürt konuları, doğu sorunu. Zira Serhan doğuda askerlik yapmış. En çok o anlattı. Çok konuşkan ve samimi bir çocuk. Çocuk dediysem, 26 yaşında. Saçlar azalmaya başlamış bile. Oldukça sevimli birisi. Ayşen ile epeyce tartıştılar. Sonra saat 01:00 civarı Aynur ve Ayşen ayrıldı. Diğerleri de toz oldu. Bir süre kumsalda Volkan, Serkan Mehmet sohbet ettik.02 sularında ben de ayrıldım ve uyumaya yöneldim. Gece çok rüzgârlı idi. Rüzgârda dalga sesi bile duyulmuyordu. Sık sık uyandım. Sabaha karşı uyumuşum. Aslında biraz daha alkol almam iyi olacak diye düşünüyorum. Nasılsa ertesi gün zirve yok!

Sabah rüzgâr durmuştu. Tatlı bir serinlik var: Saat 8:00 civarı. Denize girmeye karar veriyorum. Güneş yükselmiş ama hava serin. Ancak suya girince ılık geldi. Maskeyle epeyce yüzdüm. O koy akvaryum gibi. 9:00’da kahvaltıya başladık.

Volkan ve Serhan iniş için adaya gittiler. Serhan fotoğrafını çekmem için makinesini bana bıraktı. Tele ile 4-5 adet fotoğrafını çektim iniş sırasında. Ben de ineceğim. Ayşen’den bir poz çekmesini veya tele ağır gelirse, zira rüzgâr epeyce kuvvetlendi, birisinden rica etmesini istemiştim. Ne yazık ki bizimki bunu beceremedi! Gene epeyce söylendim! Serhan 3 defa iniş yaptı. Sadece ilkinde görüntüledim.

Grubu bekliyorum. Mehmet ve Kemal onları karşılamaya gitmişlerdi. Ancak 10:00 civarında üç midibüs geldiler. Bizim dışımızda gelenlerle birlikte bölge iyice kalabalık oldu. Zafer ile Hayal geleceklerdi ama gözükmediler. Özer geldi tokalaştı. Cemal Bey geldi: çantasını bıraktı.

Terliklerimizi giydik ve yürüyerek adaya geçtik. İnişler sürüyordu. Sırada genç uzun boylu Tolga var; kayanın dibinde bekliyor. Serhan indi, kemeri ona verdi. Arkadan Volkan bulinle değil, Norveç oturağı ile inmiş. Ona Tolga’dan sonra ineceğimi söyledim. Tolga indiğinde “ tek ip güvenli gelmedi bana” dedi; “bayağı da esniyor yahu!”. Boğazı kurumuş.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı 27C0B102-AB6F-4A42-AB4C-3BF6BAB24156-665x454.jpeg

Kemeri alıp yukarı yollandım. Epeyce yüksek. Rüzgâr da güçlü epeyce. Volkan Ertuğrul’u indiriyor. Cemal Bey de burada. Benim donanımı incelendi. Hazırım. Ertuğrul boşaltınca kayanın dibine bakmadan ipe yöneldim. Önce prüsiki attım. Sonra da kısa Tolga’ya ana ipe nasıl yarım kazık attığımı anlattım. Volkan’ın talimatları eşliğinde inişi başlattım. “Ayaklarını fazla açma” diyordu bana. “Ve de yukarı bakma”. Yarım kazıktan yol vererek inişi sürdürdüm. Prüsik düğümü avucumda sol el serbest. Volkan balkonlarda dinlen dediyse de ben durmadım. Zira bir an önce inmek istiyorum. Aşağıya bakmak hiç işime gelmiyor. “Pürsik sıkışırsa haber ver açalım” diye bağırıyorlar ama cevap vermiyorum. İnişi sürdürüyorum. Bu yükseklikten inmek inanılır gibi değil. Zira epeyce indiğim halde hala çok aşağıdalar. Neyse sonunda aşağıdayım. Kemeri Ertuğrul alıyor.

Tam kayanın dibinden ayrılırken Suna hanım “merhaba” diyor. Spilde ailecek ayni evde kalmıştık bir vakit. Eşinden ayrılmıştı. Yanındaki beyi Ali bey diye tanıştırdı. O da öğretmenmiş. Onlarla konuşmam bitince adadan ayrılıp karşıya geçmek istiyorum. Zira Ayşen ve Aynur’u adaya getireceğim, burada denize girmek amacıyla.

Karşıya varınca Can, Adnan ile yüzyüze geldik. Henüz gelmişler. Bisikletleriyle. “Kaç kilometre” diyorum Can’a. “ 70 km” dedi. Hemen arkada Muharrem Kaya. Selamlaşıyoruz. Düşmüş bisikletten, kolu epeyce yüzülmüş. Doktor merhem sürmüş. Yara açık. “Öğreneceğiz” diyor. Sonra ekledi: “Ayşen hanıma kızma, fotoğrafını çekememiş”. Şok oldum.

Neyse Ayşen ve Aynur ile karşıya geçtik. Kayalarda deniz denize girdik. Aynur çok az yüzdü. Ayşen tabii ki epeyce. Maskeyle dolaştım ben de. Adanın sol tarafı çok dik demiştim ya; denizin altında 80 m. derinlik varmış diyorlardı. Oraya baktım; hemen dibi sığdı ancak açığa doğru derinleşiyor kuşkusuz. Ortalıkta tüpleri yüklenmiş bir sürü Amerikalı geziniyor, yani yüzüyorlar. Ellerinde zıpkın gibi bir şeyler var. Fazla yaklaşmıyorum yanlarına. Zaten onları görmek epeyce sinirlendiriyor beni. Zira burada antik MYONNEUSUS kalıntıları var. Su içinde kesmetaş kalıntıları görüyorum. Kıyıda gördüğüm bir taşı Ayşe ne gösterdim. (OO) şeklindeki gibi oyuk iki köseli girintisi vardı. Gene suda kiremit oluklar gördüm, içleri dolmuş. Tepede sarnıç kalıntısı ve bazı duvarlar var. Tam adanın denize yakın bağlantı noktasına hakim yerinde sur kalıntıları 3-5 metre yüksekliğinde halen ayaktalar. Buraya Çıfıt kalesi diyorlar. Doğal yapı zaten kale gibi. Ayşen ile tepeye çıkıyoruz. İniş noktasını gösteriyorum.

Gelirken diz boyu olan su, dönüşte biraz yükselmiş. Yüz metrelik bağlantı yolunu geçerken epeyce ıslandık. Rüzgâr Aynur’un hasır şapkasını uçurdu. Sırtımda çanta suyu atlayamadım. O da istemedi; açıkça ve şiddetle engelledi. Verdik rüzgâra Fransa’dan hediye gelen şapkasını kurban olarak! 5 dakikada kayboldu dalgalarda.

Saat 17 suları olmuş. İnsanlar midibüslere yöneliyorlar. Cemal Bey vedaya gelince, ben de onları uğurlamaya gidiyorum. Fikret’le karşılaşıyoruz. Onu görmemiştim. Muharrem ile vedalaşıyoruz. Onlardan bir saat sonra da kamp sakinleri toparlanıp yola çıkıyoruz. En son da biz ayrılıyoruz.

19:50 civarında evdeyiz. Can evde. “Keşke gelseydin” diyorum. Ama o pek sıkılmamış gibi. Biraz tenis izliyoruz. Kamp malzemelerini yerleştirip, banyo, yemek derken 01’e doğru yatıyorum.

Bu etkinlikte çektiğim fotoğraflardan seçtiklerimle hazırladığım albümü aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

Not: Aşağıdaki fotoğrafları herhangi birine tıklayıp, açılan penceredeki veya klavyeniz üzerindeki ok işaretleri yönünde izleyebilirsiniz.

İDADİK ÇIFIT KALESİ KAMPI (1-2 Haziran 1996)” hakkında 2 yorum

  1. Facebook’da bir paylaşıma yazdığım (15 Nisan 2021)yorum:
    “ Sevgili Nilüfer, sene 1996, günlerden 2 Haziran Pazar; İDADİK Çıfıt kampındayız. Cumartesi Örnekköy’de Kaya-I sınavından çıkıp gelmiştik. Buradaki 45-50 metrelik kayadan inişler yapılıyordu. Sabah koyda yüzdüm ve kahvaltıdan sonra iniş noktasına yöneldim. İnişini bitiren Tolga’dan emniyet kemerini alacağım, “Tek ip güvenli gelmedi bana, epeyce rüzgar var” dedi. Kayanın arkasından dolanıp yukarı istasyona çıktım. Volkan iniş hazırlığındaki Ertuğrul’a yardımcı oluyordu. Cemal Bey de orada. Sıramı beklerken Cemal Bey’in istasyondan ayrıldığını gördüm. Yanımdan geçerken, tek ipin yeterince güvenli olmadığını düşünerek inişten vazgeçtiğini ifade etti. İniş yaparken yukarı baktığımda kuvvetli rüzgar salınıma neden olduğundan, ipin kayalara sürttüğünü gördüm. Huzursuz oldum ve balkonlarda dinlenmeden inişi bitirdim. Durumu aşağıda görevli arkadaşlarıma anlattım.
    Şimdi soruyorum: Kıbrıs Barış Harekatı’nda Şerefli Türk Ordusu’nun paraşütle adaya inen birlik komutanı Cemal Ergun Eruç tabansızın biri miydi? Hayır! Bu bir anlayış farkı meselesidir; o gün yaptığı gençlere verdiği eğitim dersidir ve iniş yapmasından çok daha fazla kıymeti olmuştur. “

  2. Yukarıdaki yoruma ek olarak yazdığım yorum(15 Nisan 2021):
    “ Sevgili Nilüfer,
    Bir toplumun önünde yer verilmiş kişilerin her zaman davranışlarına ve sözlerine dikkat etmeleri gerekiyor. Ayni zamanda resmi görevleri bitince de bu insanların duruşuna bakılır. Bu nedenle görev ve sorumluluk hiç bitmez. Amirallerimizin yaptığı gibi. Benzetme birebir ayni değil kuşkusuz, ama ben de yanlışı işaret etme ihtiyacı duydum. Yanlış yok diyenlere de ilaveten birşey demiyorum; canları sağolsun.
    Selamlar..😊 “

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir